İ’lem eyyühe’l-aziz! İki tarafı birbirinden gayet uzak bir mesele var ki, herbir tarafı bir çekirdek gibi sümbül vermiş, ağaç olmuş, dal budak salmış. Böyle bir mesele üzerine şükûk ve evhâmın konmaması lâzımdır. Çünkü, bir çekirdek diğer bir çekirdekle, çekirdek olarak toprak altında kaldıkları müddetçe iltibas edilebilir. Amma ağaç olduktan, meyve verdikten sonra şek edersen, bütün meyveler senin aleyhinde şehadet ederler. Eğer bu başka bir çekirdektir diye tevehhüm etsen, o ağacın bütün meyveleri seni tekzip ederler. Elma ağacına inkılâp etmiş bir çekirdeği, hanzale ağacının çekirdeği farz etmek sana müyesser olmaz. Ancak tevehhümle veya bütün elmaların hanzaleye tebdil edilmiş olmasıyla mümkündür ki, bu da muhaldir.

Binaenaleyh, nübüvvet öyle bir çekirdektir ki, İslâmiyet şeceresi bütün semeratıyla, çiçekleriyle o çekirdekten çıkmıştır. Kur’ân dahi, seyyar yıldızları ismar eden şems gibi, İslâmiyetin on bir rüknünü intaç etmiştir. Acaba, bu cihan-bahâ semerelere bakıp gördükten sonra, çekirdeğinde şüphe ve tereddüt yeri kalır mı? Hâşâ!

İ’lem eyyühe’l-aziz! Tavus kuşu gibi pek güzel bir kuş, yumurtadan çıkar, tekâmül eder, semâlarda tayarana başlar. Âfak-ı âlemde şöhret kazandıktan sonra, yerde kalan yumurtasının kabuğu içerisinde o kuşun güzelliğini, kemâlâtını, terakkiyatını arayıp bulmak isteyen adamın ahmak olduğunda şüphe yoktur. Binaenaleyh, tarihlerin naklettikleri Peygamberimizin (a.s.m.) bidâyet-i hayatına maddî, sathî, surî bir nazarla bakan bir adam, şahsiyet-i mâneviyesini idrak edemez. Ve derece-i kıymetine vasıl olamaz. Ancak bidâyet-i hayatına ve levâzım-ı beşeriyetine ve ahvâl-i zahiriyesine ince bir kışır, nazik bir kabuk nazarıyla bakılmalıdır ki, o kışır içerisinden, iki âlemin güneşi ve tûbâ gibi şecere-i Muhammediye (a.s.m.) çıkmıştır.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Katrenin Zeyli / Sonraki Risale: Zeylû'l-Hubâb
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âfâk-ı âlem : âlemin ufukları
ahvâl-i zahiriye : dış görünüşe ait haller, durumlar
âlem : dünya
aleyh : ona, onun üzerine, karşıt, zıt
bidâyet-i hayat : hayatının başlangıcı
binaenaleyh : bundan dolayı
cihan-bahâ : dünya kadar kıymetli
derece-i kıymet : kıymet derecesi
evhâm : vehimler, kuruntular
farz etmek : var saymak
fazl-ı Rabbâni : her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın sunduğu manevî ihsan ve nimetler
feyz-i İlâhi : Allah’ın sunduğu manevî feyiz ve lütuf
gayet : çok
hanzale : zakkum
hâşâ : asla öyle değil
i’lem eyyühe’l-aziz : Ey aziz kardeşim bil ki!
idrak etmek : anlamak, kavramak
iltibas etme : karıştırma
inkılâp etmek : değişmek, dönüşmek
intaç etmek : sonuç vermek
ismar eden : meyve veren
kemâlât : mükemel ve kusursuz özellikler
kışır : kabuk
levâzım-ı beşeriyet : insan için gerekli olan şeyler
mebde-i hayatı : hayatının başlangıcı
muhal : imkânsız
müyesser : kolaylıkla yapılabilen şey
nakletme : aktarma
nazar : bakış
nazarıyla : bakışıyla
Nebiy-yi Zîşan : şan sahibi Nebî; Hz. Muhammed (a.s.m.)
nübüvvet : peygamberlik
rükün : esas, şart
sathî : sığ, yüzeysel
semâ : gökyüzü
semerat : meyveler
semere : meyve
seyyar : yerinde sâbit olmayan, gezen, dolaşan
surî : üstün körü
sümbül vermek : çiçek açmak; önemli bir netice ortaya çıkarmak
şahsiyet-i mâneviye : mânevî şahsiyet, kişilik
şecere : ağaç
şecere-i Muhammediye : Muhammedî ağaç; Hz. Muhammed’in (a.s.m.) hakikati ve o hakikati doğrulayan her şey ve herkes
şehadet etmek : şahitlik yapmak
şek etmek : şüphe etmek
şems : güneş
şükûk : şekler; şüpheler
tayaran : uçma, uçuş
tebdil edilmiş : değiştirilmiş
tekâmül etmek : ilerlemek, mükemmelleşmek
tekzip etmek : yalanlamak
terakkiyat : ilerlemeler, gelişmeler
tereddüt : şüphe
tevehhüm : kuruntu ve hayale dayalı olarak düşünmek
tûbâ : kökü göklerde ve dalları aşağıda olan Cennet ağacı
vasıl olmak : ulaşmak, varmak
Yükleniyor...