İ’lem eyyühe’l-aziz! Şu dünya hayatına muhabbetle müptelâ olan bazı insanlar, o hayatın vücuda gelmesinden maksat ve gaye, yalnız o hayata hizmet ve o hayatın bekası olup, başka bir faidesi olmadığını, yani, Fâtır-ı Hakîmin zevilhayatta ve cevher-i insaniyette vedia olarak koyduğu bütün cihâzat-ı acibe ve teçhizat-ı harikanın, seri-ü’zzevâl olan şu hayatın hıfzıyla bekası için verildiğini zannediyorlar. Halbuki, kaziye öyle olduğu takdirde, kâinattaki gayr-ı mütenahi nizamların şehadetleriyle, sath-ı âlemde görünen hikmet, inayet, intizam, adem-i abesiyete olan delil ve burhanların, mâkûse olarak, abesiyete, israfa, intizamsızlığa, adem-i hikmete delil ve burhan olmaları lâzım gelecektir.

Arkadaş! Şu dünyevî hayatın faideleri pek çoktur. O faidelerden, hayat sahibine, tasarruf ve hizmeti nisbetinde bir hisse ayrıldıktan sonra, bâki kalan gayeler, semereler Fâtır-ı Hakîme râcidir. Evet, insan ve insanın hayatı, esmâ-i İlâhiyenin tecelliyatına bir tarladır. Ve Cennette rahmet-i İlâhiyenin envâının cilvelerine mazhardır. Ve hayat-ı uhreviyenin harika ve gayr-ı mütenahi semereleri için bir fidanlık veya bir çekirdektir. Demek, insan bir sefine kaptanı gibidir. Sefinenin gayr-ı mahdut faidelerinden, kaptanın alâka ve hizmeti nisbetinde kendisine verilir. Bâki kalan kısmı sultana râcidir. İnsan da, sefine-i vücuduyla alâkası derecesinde o vücudun hayattar semerâtından hissesini alır. Mütebâkisi Sultan-ı Ezelîye aittir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Katrenin Zeyli / Sonraki Risale: Zeylû'l-Hubâb
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

abesiyet : boş, faydasız ve gayesiz oluş
adem-i abesiyet : boş ve anlamsız olmama
adem-i hikmet : hikmetsizlik; her şeyin bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmaması
alâka : ilgi
bâki kalan : geri kalan
bekà : devamlılık ve kalıcılık
burhan : güçlü ve sarsılmaz kesin delil
cevher-i insaniyet : insanlığın aslı, özü, ruhu
cihâzat-ı acibe : şaşırtıcı, harika cihazlar, âletler
cilve : görüntü, yansıma
delil : işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şey
dünyevî : dünya ile ilgili
envâ : neviler, türler
esmâ-i İlâhiye : Allah’ın isimleri
Fâtır-ı Hakîm : her şeyi belli bir amaca yönelik, tam yerli yerinde ve benzersiz olarak yaratan Allah
gaye : amaç
gayr-ı mahdut : sınırsız
gayr-ı mütenahi : sonsuz
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
hayat-ı uhreviye : öteki dünya hayatı, öldükten sonraki sonsuz hayat
hayattar : canlı
hıfz : koruma
hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hisse : pay
i’lem eyyühe’l-aziz : “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!" mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir ifade
inayet : bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik, itina, özen
intizam : düzenlilik
intizamsızlık : düzensizlik
israf : savurganlık
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kaziye : önerme
lâzım gelmek : gerekli olmak
maksat : kasıt, amaç
mâkûse : ters orantılı
Mâlik : görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah
mazhar : erişmiş, kavuşmuş
Mevlâ : efendi, koruyucu, sahip, Allah
muhabbet : sevgi
müptelâ olan : bağımlı olan
mütebâki : geri kalan
nizam : düzen, sistem
râci : dönen, ait olan
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmeti
sath-ı âlem : kâinat yüzü, yaratılmış herşey
sefine : gemi
sefine-i vücud : vücut gemisi, beden gemisi
semerât : meyveler, neticeler
semere : meyve, sonuç
seri-ü’zzevâl : hızla, çabucak yok olan, sona eren
Sultan-ı Ezelî : hüküm ve saltanatı bütün zamanları kuşatan Sultan, Allah
şehadet : şahitlik, tanıklık
tasarruf : dilediği gibi kullanma ve yönetme
tecelliyat : tecellîler; yansımalar, görüntüler
teçhizat-ı harika : hayranlık veren cihazlar, donanımlar
vedia : emanet, ödünç
vücud : beden
vücuda gelmek : meydana gelmek
zevilhayat : hayat sahipleri, canlılar
ziynet : süs
Yükleniyor...