Metindeki Lügatları
Görüntülü ve Sesli Dersler
Görüntülü Müzakere Dersleri
Sinevizyon
Bu Sayfaya Ait Soru Cevaplar
Lügat Listesi
Lügatler :
a’mâl : ameller; dinen yapılması emredilen görevler
acip : acayip, hayret verici
âdi : basit, sıradan
ah u enîn : ah çekerek inleme
ahkâm-ı İlâhiye : Allah’ın koyduğu hükümler
alâkadar : bağlantılı, ilgili
Allahu Ekber : “Allah en büyüktür”
a'mâl : ameller, işler; dinin emrettiği görevleri yapma
âmâl : emeller, arzular
amel : dinin emrettiği görevler
arz-ı ihtiyaç : ihtiyacını arzetme, dile getirme
azap : sıkıntı, ceza
Basîr : her şeyi gören Allah
bâtıl : doğru olmayan, yalan, yanlış
beyan etmek : açıklamak, îzâh etmek
bilhassa : özellikle
binaenaleyh : bundan dolayı; buradan hareketle
burhan : güçlü ve sarsılmaz delil
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cereyan etmek : meydana gelmek
cesed : beden
cilve : görüntü, yansıma
cisim : beden, vücut
cüz' : bölüm, parça
daire-i ihtiyar : etki alanı, dilediğini yapabilme dairesi
dest-i kudret : Allah’ın kudret eli
ebedî : sonsuz
ednâ : en basit, en küçük
ef'âl : fiiller, hareketler
ef'âl-i ihtiyariye : iradeyle yapılan davranışlar, fiiller
ehemmiyetli : değerli, önemli
ekl : yeme
elem : acı, keder
Elhamdü lillâh : “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”
elîm : acı ve sıkıntı veren
emare : belirti, işaret
ene : ben, benlik
enîn : inleme
esbab : sebepler
esbab-ı câmide : cansız ve ruhsuz sebepler
eser-i san'at : san’at eseri
eslâf-ı izâm : önceden gelmiş olan büyük zâtlar
eşref : en şerefli, en üstün
eşya : varlıklar
evham : kuruntular, şüpheler
evrad : virdler; zikirler
fâil : bir işi yapan; fiilin sahibi
fâsit : bozuk
fehmetmek : anlamak
fesahat : dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması
firavunluk/firavun : kendisini Firavun gibi ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük görme hâli
gaflet : duyarsızlık, manevî sorumluluklarından habersiz davranma hâli
garâbet-i san'at-ı İlâhiye : Allah’ın hayranlık uyandıran san’atı
garib : hayret verici ve şaşırtıcı şey
hâcât : ihtiyaçlar
hakikat : gerçek; herbir şeyin aslı ve esası, gerçek mahiyeti
hâkim : hükmeden, idareci
haleldar etmek : bozmak
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
harekât : hareketler, davranışlar
haric : dış
hasenat : Allah rızası için yapılan güzel davranışlar, ameller
hat : çizgi, sınır
hâtime : sonuç, son bölüm
havâs : hisler, duygular
hâvi : içine alan
hayalî : hayale dayalı
hıyanet : hainlik, ihanet
hikmet : sır; amaç, gaye
hilkat : yaratılış
husûl : meydana gelme
hususî : özel
hüceyrat : hücreler
hüceyre-i kübrâ : en büyük hücre; maddî yapısı çok küçük olmasına rağmen, değeri çok büyük olan insan
hülâsa : öz, özet
hüsn-ü zan : başkaları hakkında iyi zanda bulunma
icad : var etme
içtimaiyat : sosyal hayat; toplumu meydana getiren temel unsurlar
idhal etmek : bir şeyi içine katmak
iftihar etmek : övünmek
ihata etmek : kuşatmak, kapsamak
ihtiyacat : ihtiyaçlar
ihtiyar : irade, dileme, seçim gücü
ilân-ı isyan : isyan ettiğini ilân etme
iltica etmek : sığınmak
iltihak etmek : katılmak
irşadat : nasihatler, doğru yolu gösteren sözler
isnad etmek : dayandırmak
istikbal : gelecek zaman
istiklâliyet : bağımsızlık, bir şeye bağlı olmama
istinad etmek : dayanmak, güvenmek
itizâr : özür dileme
kâfi : yeterli
kàri : okuyucu
kat'iyen : kesinlikle
kaza ve kader kalemi : Cenâb-ı Hakkın plân ve takdirlerini ve zamanı gelen takdirlerin yaratılma kaidelerini yazan kalem
kemâlât : güzel ve değerli özellikler
keşfiyat : keşifler, bazı hakikatleri keşfetme, ortaya çıkarma
keza : aynı, aynı biçimde
kıyamet : dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
kıymet-i asliye : aslındaki değer, önem
kıymettar : değerli
kudret : güç ve iktidar
kudret-i ezeliye : ezelden beri var olan Allah’ın kudreti, güç ve kuvveti
lakîta : buluntu
Lebbeyk : “buyurun, emredin”
lehte ve aleyhte : bir şeyin faydasına veya zararına olan durum
lezâiz : lezzetler
lisan-ı hal : hal ve beden dili
mahrum kalmak : yoksun kalmak
makam : derece, konum
makine-i İlâhiye : İlâhî makine; Allah’ın yarattığı ve bir makineyi andıran insan bedeni
mâlik : mülke sahip olan
Mâlik-i Hakikî : her şeyin gerçek sahibi olan Allah
mâlikiyet dâvâsı : sahiplik iddiasında bulunma
malûmat : bilgiler
mâruz kalmak : bir olay veya bir durumla yüz yüze gelmek
masdar : kaynak
me’yus : ümitsiz, ümidi kesik
mehasin : güzellikler, iyilikler
meksûbe : kesb edilen, irade dairesinde kazanılan şey
memur : emir altında bulunan; kendisine bir iş emredilen kişi
mevhube : karşılıksız olarak verilen; hibe edilen
mevhum : gerçekte olmadığı halde var sayılan
mezaristan : mezarlık
minnet : iyilik karşısında kendini borçlu hissetmek
muaraza : karşı gelme, karşı koyma
muvaffak olmak : başarmak
müellif-i muhterem : saygı ve hürmete lâyık müellif; Bediüzzaman
münafi : aykırı, zıt
müracaat etmek : başvurmak
mürekkep : birden fazla unsurdan meydana gelen; birleşik
müsbet : olumlu, uygun
müştemilât : bir bütünü meydana getiren unsurlar
mütercim : tercüme eden
nâkıs : eksik, noksan
nam : ad
nefis/nefs-i emmare : bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
nida : sesleniş
nüsha : yazılı halde bulunan kitap, kopya
Rabb-i Vâhid : tek ve eşsiz olan Rab, bir olan Allah
rahmet : merhamet ve şefkat
safâ : eğlence
sâika : yönlendiren, sevkeden
Sâni : her şeyi san’atla yaratan Allah
Sâni-i Hakîm : her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yapan Allah
Sâni-i Semî ve Basîr : her şeyi işiten ve gören ve her şeyi sonsuz mükemmellikteki san’atlarla yaratan Allah
Sâni-i Zîşuur : her şeyi san’atla yaratan, şuur sahibi olan Allah
sefahet : helâl olmayan zevk ve eğlenceye düşkünlük, beyinsizlik
semere : meyve
Semî : her şeyi duyan ve işiten Allah
seyahat : yolculuk
seyyiat : günahlar, kötülükler
silsile : zincir
sû-i ihtiyar : irâdenin kötüye kullanılması
sû-i zan : başkaları hakkında kötü zanda bulunma
Sübhanallah : “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir”
şefkat : acıma, merhamet
şehadet : şahidlik, tanıklık
şuur : bilinç, anlayış, idrak
şuurî : şuurluca, bilinçli şekilde
şürb : içme
taallûk etmek : ilgilendirmek, ait olmak
taallûkat : bağlantılı unsurlar
tâat : itaat, emir ve söz dinleme
tâbir edilen : ifade edilen, adlandırılan
tağyir etmek : değiştirmek
tahtel'arz : yer altı; gizli âlemler
taht-ı taahhüd : sorumluluk ve güvence altı
taht-ı tasarruf : tasarrufu altında
takbih etmek : çirkin görmek, kötülemek
taksim etmek : bölüştürmek, paylaştırmak
târizen : sözle dokundurarak, dokunaklı söz söyleyerek
tasarrufat : dilediği gibi kullanma ve idare etme işlemleri
tasrîhen : açıkça ifade ederek
temellük : sahiplenme, kendine mal etme
temsil : analoji, kıyaslama tarzında benzetme
tenebbüt eden : yeşeren, büyüyen
tenezzül etmek : iltifat etmek, onlara değer vermek
teşmil etmek : içine almak, kaplamak
tevehhüm : zannetme
ucb/ucub : yapılan iyi ve güzel davranışlara güvenme, onlarla yetinip övünme
ulûhiyet : ilâhlık; ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma
üslûb : ifade tarzı
vahid-i kıyasî : ölçü birimi
vedîa : emanet
vehmî : olmadığı halde varsayılan
vesait : araçlar, vasıtalar
vesile : aracı, vasıta
vuzuh : açıklık
Yâ Hâlıkî! : Ey beni yaratan Halıkım!
Yâ İlâhî! : Ey İlâhım!
Yâ Mâlikî : Ey benim asıl sahibim olan Mâlikim!
Yâ Men Lehü'l-Mülkü ve'l-Hamd! : Ey bütün mülkün, bütün varlıkların; bütün övgü ve şükürlerin asıl sahibi olan!
Yâ Musavvirî! : Ey bana harika bir şekil ve suret veren Musavvirim!
Yâ Rabbî! : Ey Rabbim!
ye’se düşmek : ümitsizlik içinde olmak
yeis/ye’s : ümitsizlik
zaman-ı mâzi : geçmiş zaman
zerre : atom
zikretmek : bildirmek, anlatmak
zuhur : belirme, görünme
acip : acayip, hayret verici
âdi : basit, sıradan
ah u enîn : ah çekerek inleme
ahkâm-ı İlâhiye : Allah’ın koyduğu hükümler
alâkadar : bağlantılı, ilgili
Allahu Ekber : “Allah en büyüktür”
a'mâl : ameller, işler; dinin emrettiği görevleri yapma
âmâl : emeller, arzular
amel : dinin emrettiği görevler
arz-ı ihtiyaç : ihtiyacını arzetme, dile getirme
azap : sıkıntı, ceza
Basîr : her şeyi gören Allah
bâtıl : doğru olmayan, yalan, yanlış
beyan etmek : açıklamak, îzâh etmek
bilhassa : özellikle
binaenaleyh : bundan dolayı; buradan hareketle
burhan : güçlü ve sarsılmaz delil
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cereyan etmek : meydana gelmek
cesed : beden
cilve : görüntü, yansıma
cisim : beden, vücut
cüz' : bölüm, parça
daire-i ihtiyar : etki alanı, dilediğini yapabilme dairesi
dest-i kudret : Allah’ın kudret eli
ebedî : sonsuz
ednâ : en basit, en küçük
ef'âl : fiiller, hareketler
ef'âl-i ihtiyariye : iradeyle yapılan davranışlar, fiiller
ehemmiyetli : değerli, önemli
ekl : yeme
elem : acı, keder
Elhamdü lillâh : “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”
elîm : acı ve sıkıntı veren
emare : belirti, işaret
ene : ben, benlik
enîn : inleme
esbab : sebepler
esbab-ı câmide : cansız ve ruhsuz sebepler
eser-i san'at : san’at eseri
eslâf-ı izâm : önceden gelmiş olan büyük zâtlar
eşref : en şerefli, en üstün
eşya : varlıklar
evham : kuruntular, şüpheler
evrad : virdler; zikirler
fâil : bir işi yapan; fiilin sahibi
fâsit : bozuk
fehmetmek : anlamak
fesahat : dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması
firavunluk/firavun : kendisini Firavun gibi ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük görme hâli
gaflet : duyarsızlık, manevî sorumluluklarından habersiz davranma hâli
garâbet-i san'at-ı İlâhiye : Allah’ın hayranlık uyandıran san’atı
garib : hayret verici ve şaşırtıcı şey
hâcât : ihtiyaçlar
hakikat : gerçek; herbir şeyin aslı ve esası, gerçek mahiyeti
hâkim : hükmeden, idareci
haleldar etmek : bozmak
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
harekât : hareketler, davranışlar
haric : dış
hasenat : Allah rızası için yapılan güzel davranışlar, ameller
hat : çizgi, sınır
hâtime : sonuç, son bölüm
havâs : hisler, duygular
hâvi : içine alan
hayalî : hayale dayalı
hıyanet : hainlik, ihanet
hikmet : sır; amaç, gaye
hilkat : yaratılış
husûl : meydana gelme
hususî : özel
hüceyrat : hücreler
hüceyre-i kübrâ : en büyük hücre; maddî yapısı çok küçük olmasına rağmen, değeri çok büyük olan insan
hülâsa : öz, özet
hüsn-ü zan : başkaları hakkında iyi zanda bulunma
icad : var etme
içtimaiyat : sosyal hayat; toplumu meydana getiren temel unsurlar
idhal etmek : bir şeyi içine katmak
iftihar etmek : övünmek
ihata etmek : kuşatmak, kapsamak
ihtiyacat : ihtiyaçlar
ihtiyar : irade, dileme, seçim gücü
ilân-ı isyan : isyan ettiğini ilân etme
iltica etmek : sığınmak
iltihak etmek : katılmak
irşadat : nasihatler, doğru yolu gösteren sözler
isnad etmek : dayandırmak
istikbal : gelecek zaman
istiklâliyet : bağımsızlık, bir şeye bağlı olmama
istinad etmek : dayanmak, güvenmek
itizâr : özür dileme
kâfi : yeterli
kàri : okuyucu
kat'iyen : kesinlikle
kaza ve kader kalemi : Cenâb-ı Hakkın plân ve takdirlerini ve zamanı gelen takdirlerin yaratılma kaidelerini yazan kalem
kemâlât : güzel ve değerli özellikler
keşfiyat : keşifler, bazı hakikatleri keşfetme, ortaya çıkarma
keza : aynı, aynı biçimde
kıyamet : dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
kıymet-i asliye : aslındaki değer, önem
kıymettar : değerli
kudret : güç ve iktidar
kudret-i ezeliye : ezelden beri var olan Allah’ın kudreti, güç ve kuvveti
lakîta : buluntu
Lebbeyk : “buyurun, emredin”
lehte ve aleyhte : bir şeyin faydasına veya zararına olan durum
lezâiz : lezzetler
lisan-ı hal : hal ve beden dili
mahrum kalmak : yoksun kalmak
makam : derece, konum
makine-i İlâhiye : İlâhî makine; Allah’ın yarattığı ve bir makineyi andıran insan bedeni
mâlik : mülke sahip olan
Mâlik-i Hakikî : her şeyin gerçek sahibi olan Allah
mâlikiyet dâvâsı : sahiplik iddiasında bulunma
malûmat : bilgiler
mâruz kalmak : bir olay veya bir durumla yüz yüze gelmek
masdar : kaynak
me’yus : ümitsiz, ümidi kesik
mehasin : güzellikler, iyilikler
meksûbe : kesb edilen, irade dairesinde kazanılan şey
memur : emir altında bulunan; kendisine bir iş emredilen kişi
mevhube : karşılıksız olarak verilen; hibe edilen
mevhum : gerçekte olmadığı halde var sayılan
mezaristan : mezarlık
minnet : iyilik karşısında kendini borçlu hissetmek
muaraza : karşı gelme, karşı koyma
muvaffak olmak : başarmak
müellif-i muhterem : saygı ve hürmete lâyık müellif; Bediüzzaman
münafi : aykırı, zıt
müracaat etmek : başvurmak
mürekkep : birden fazla unsurdan meydana gelen; birleşik
müsbet : olumlu, uygun
müştemilât : bir bütünü meydana getiren unsurlar
mütercim : tercüme eden
nâkıs : eksik, noksan
nam : ad
nefis/nefs-i emmare : bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
nida : sesleniş
nüsha : yazılı halde bulunan kitap, kopya
Rabb-i Vâhid : tek ve eşsiz olan Rab, bir olan Allah
rahmet : merhamet ve şefkat
safâ : eğlence
sâika : yönlendiren, sevkeden
Sâni : her şeyi san’atla yaratan Allah
Sâni-i Hakîm : her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yapan Allah
Sâni-i Semî ve Basîr : her şeyi işiten ve gören ve her şeyi sonsuz mükemmellikteki san’atlarla yaratan Allah
Sâni-i Zîşuur : her şeyi san’atla yaratan, şuur sahibi olan Allah
sefahet : helâl olmayan zevk ve eğlenceye düşkünlük, beyinsizlik
semere : meyve
Semî : her şeyi duyan ve işiten Allah
seyahat : yolculuk
seyyiat : günahlar, kötülükler
silsile : zincir
sû-i ihtiyar : irâdenin kötüye kullanılması
sû-i zan : başkaları hakkında kötü zanda bulunma
Sübhanallah : “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir”
şefkat : acıma, merhamet
şehadet : şahidlik, tanıklık
şuur : bilinç, anlayış, idrak
şuurî : şuurluca, bilinçli şekilde
şürb : içme
taallûk etmek : ilgilendirmek, ait olmak
taallûkat : bağlantılı unsurlar
tâat : itaat, emir ve söz dinleme
tâbir edilen : ifade edilen, adlandırılan
tağyir etmek : değiştirmek
tahtel'arz : yer altı; gizli âlemler
taht-ı taahhüd : sorumluluk ve güvence altı
taht-ı tasarruf : tasarrufu altında
takbih etmek : çirkin görmek, kötülemek
taksim etmek : bölüştürmek, paylaştırmak
târizen : sözle dokundurarak, dokunaklı söz söyleyerek
tasarrufat : dilediği gibi kullanma ve idare etme işlemleri
tasrîhen : açıkça ifade ederek
temellük : sahiplenme, kendine mal etme
temsil : analoji, kıyaslama tarzında benzetme
tenebbüt eden : yeşeren, büyüyen
tenezzül etmek : iltifat etmek, onlara değer vermek
teşmil etmek : içine almak, kaplamak
tevehhüm : zannetme
ucb/ucub : yapılan iyi ve güzel davranışlara güvenme, onlarla yetinip övünme
ulûhiyet : ilâhlık; ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma
üslûb : ifade tarzı
vahid-i kıyasî : ölçü birimi
vedîa : emanet
vehmî : olmadığı halde varsayılan
vesait : araçlar, vasıtalar
vesile : aracı, vasıta
vuzuh : açıklık
Yâ Hâlıkî! : Ey beni yaratan Halıkım!
Yâ İlâhî! : Ey İlâhım!
Yâ Mâlikî : Ey benim asıl sahibim olan Mâlikim!
Yâ Men Lehü'l-Mülkü ve'l-Hamd! : Ey bütün mülkün, bütün varlıkların; bütün övgü ve şükürlerin asıl sahibi olan!
Yâ Musavvirî! : Ey bana harika bir şekil ve suret veren Musavvirim!
Yâ Rabbî! : Ey Rabbim!
ye’se düşmek : ümitsizlik içinde olmak
yeis/ye’s : ümitsizlik
zaman-ı mâzi : geçmiş zaman
zerre : atom
zikretmek : bildirmek, anlatmak
zuhur : belirme, görünme
Hâtime
Şu hatime, dört çeşit hastalıkları beyan eder ve tedavi çarelerini gösterir.
Birinci hastalık: “Yeis”tir.
Arkadaş! Amele ve tâate muvaffak olamayan azaptan korkar, ye’se düşer. Böyle bir me’yusun gözüne, dinî meselelere münafi ednâ ve zayıf bir emare, kocaman bir burhan görünür. Böyle birkaç emareyi elde eder etmez, diğer emarelerin sâikasıyla ilân-ı isyan ederek İslâm dâiresinden çıkar, şeytanın ordusuna iltihak eder. Binaenaleyh, a’mâle muvaffak olamayanlar, ye’se düşmemek için şu âyete müracaat etsin.
قُلْ يَا عِبَادِىَ الَّذِينَ اَسْرَفُوا عَلٰۤى اَنْفُسِهِمْ لاَتَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ 1
İkinci hastalık: “Ucb”dur.
Arkadaş! Ye’se düşen adam, azaptan kurtulmak için, istinad edecek bir noktayı aramaya başlar. Bakar ki, bir miktar hasenat ve kemâlâtı var. Hemen o kemâlâtına bel bağlar. Güvenerek der ki: “Bu kemâlât beni kurtarır, yeter” diye bir derece rahat eder. Halbuki, a’mâle güvenmek ucubdur, insanı dalâlete atar. Çünkü, insanın yaptığı kemâlât ve iyiliklerde hakkı yoktur. Mülkü değildir; onlara güvenemez.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:
1 : “De ki: Ey günahta aşırı giderek nefislerine zulmetmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” Zümer Sûresi, 39:53.
Önceki Risale: Lâsiyyemalar / Sonraki Risale: Katrenin Zeyli
Lügatler :
a’mâl : ameller; dinen yapılması emredilen görevler
acip : acayip, hayret verici
âdi : basit, sıradan
ah u enîn : ah çekerek inleme
ahkâm-ı İlâhiye : Allah’ın koyduğu hükümler
alâkadar : bağlantılı, ilgili
Allahu Ekber : “Allah en büyüktür”
a'mâl : ameller, işler; dinin emrettiği görevleri yapma
âmâl : emeller, arzular
amel : dinin emrettiği görevler
arz-ı ihtiyaç : ihtiyacını arzetme, dile getirme
azap : sıkıntı, ceza
Basîr : her şeyi gören Allah
bâtıl : doğru olmayan, yalan, yanlış
beyan etmek : açıklamak, îzâh etmek
bilhassa : özellikle
binaenaleyh : bundan dolayı; buradan hareketle
burhan : güçlü ve sarsılmaz delil
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cereyan etmek : meydana gelmek
cesed : beden
cilve : görüntü, yansıma
cisim : beden, vücut
cüz' : bölüm, parça
daire-i ihtiyar : etki alanı, dilediğini yapabilme dairesi
dest-i kudret : Allah’ın kudret eli
ebedî : sonsuz
ednâ : en basit, en küçük
ef'âl : fiiller, hareketler
ef'âl-i ihtiyariye : iradeyle yapılan davranışlar, fiiller
ehemmiyetli : değerli, önemli
ekl : yeme
elem : acı, keder
Elhamdü lillâh : “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”
elîm : acı ve sıkıntı veren
emare : belirti, işaret
ene : ben, benlik
enîn : inleme
esbab : sebepler
esbab-ı câmide : cansız ve ruhsuz sebepler
eser-i san'at : san’at eseri
eslâf-ı izâm : önceden gelmiş olan büyük zâtlar
eşref : en şerefli, en üstün
eşya : varlıklar
evham : kuruntular, şüpheler
evrad : virdler; zikirler
fâil : bir işi yapan; fiilin sahibi
fâsit : bozuk
fehmetmek : anlamak
fesahat : dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması
firavunluk/firavun : kendisini Firavun gibi ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük görme hâli
gaflet : duyarsızlık, manevî sorumluluklarından habersiz davranma hâli
garâbet-i san'at-ı İlâhiye : Allah’ın hayranlık uyandıran san’atı
garib : hayret verici ve şaşırtıcı şey
hâcât : ihtiyaçlar
hakikat : gerçek; herbir şeyin aslı ve esası, gerçek mahiyeti
hâkim : hükmeden, idareci
haleldar etmek : bozmak
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
harekât : hareketler, davranışlar
haric : dış
hasenat : Allah rızası için yapılan güzel davranışlar, ameller
hat : çizgi, sınır
hâtime : sonuç, son bölüm
havâs : hisler, duygular
hâvi : içine alan
hayalî : hayale dayalı
hıyanet : hainlik, ihanet
hikmet : sır; amaç, gaye
hilkat : yaratılış
husûl : meydana gelme
hususî : özel
hüceyrat : hücreler
hüceyre-i kübrâ : en büyük hücre; maddî yapısı çok küçük olmasına rağmen, değeri çok büyük olan insan
hülâsa : öz, özet
hüsn-ü zan : başkaları hakkında iyi zanda bulunma
icad : var etme
içtimaiyat : sosyal hayat; toplumu meydana getiren temel unsurlar
idhal etmek : bir şeyi içine katmak
iftihar etmek : övünmek
ihata etmek : kuşatmak, kapsamak
ihtiyacat : ihtiyaçlar
ihtiyar : irade, dileme, seçim gücü
ilân-ı isyan : isyan ettiğini ilân etme
iltica etmek : sığınmak
iltihak etmek : katılmak
irşadat : nasihatler, doğru yolu gösteren sözler
isnad etmek : dayandırmak
istikbal : gelecek zaman
istiklâliyet : bağımsızlık, bir şeye bağlı olmama
istinad etmek : dayanmak, güvenmek
itizâr : özür dileme
kâfi : yeterli
kàri : okuyucu
kat'iyen : kesinlikle
kaza ve kader kalemi : Cenâb-ı Hakkın plân ve takdirlerini ve zamanı gelen takdirlerin yaratılma kaidelerini yazan kalem
kemâlât : güzel ve değerli özellikler
keşfiyat : keşifler, bazı hakikatleri keşfetme, ortaya çıkarma
keza : aynı, aynı biçimde
kıyamet : dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
kıymet-i asliye : aslındaki değer, önem
kıymettar : değerli
kudret : güç ve iktidar
kudret-i ezeliye : ezelden beri var olan Allah’ın kudreti, güç ve kuvveti
lakîta : buluntu
Lebbeyk : “buyurun, emredin”
lehte ve aleyhte : bir şeyin faydasına veya zararına olan durum
lezâiz : lezzetler
lisan-ı hal : hal ve beden dili
mahrum kalmak : yoksun kalmak
makam : derece, konum
makine-i İlâhiye : İlâhî makine; Allah’ın yarattığı ve bir makineyi andıran insan bedeni
mâlik : mülke sahip olan
Mâlik-i Hakikî : her şeyin gerçek sahibi olan Allah
mâlikiyet dâvâsı : sahiplik iddiasında bulunma
malûmat : bilgiler
mâruz kalmak : bir olay veya bir durumla yüz yüze gelmek
masdar : kaynak
me’yus : ümitsiz, ümidi kesik
mehasin : güzellikler, iyilikler
meksûbe : kesb edilen, irade dairesinde kazanılan şey
memur : emir altında bulunan; kendisine bir iş emredilen kişi
mevhube : karşılıksız olarak verilen; hibe edilen
mevhum : gerçekte olmadığı halde var sayılan
mezaristan : mezarlık
minnet : iyilik karşısında kendini borçlu hissetmek
muaraza : karşı gelme, karşı koyma
muvaffak olmak : başarmak
müellif-i muhterem : saygı ve hürmete lâyık müellif; Bediüzzaman
münafi : aykırı, zıt
müracaat etmek : başvurmak
mürekkep : birden fazla unsurdan meydana gelen; birleşik
müsbet : olumlu, uygun
müştemilât : bir bütünü meydana getiren unsurlar
mütercim : tercüme eden
nâkıs : eksik, noksan
nam : ad
nefis/nefs-i emmare : bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
nida : sesleniş
nüsha : yazılı halde bulunan kitap, kopya
Rabb-i Vâhid : tek ve eşsiz olan Rab, bir olan Allah
rahmet : merhamet ve şefkat
safâ : eğlence
sâika : yönlendiren, sevkeden
Sâni : her şeyi san’atla yaratan Allah
Sâni-i Hakîm : her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yapan Allah
Sâni-i Semî ve Basîr : her şeyi işiten ve gören ve her şeyi sonsuz mükemmellikteki san’atlarla yaratan Allah
Sâni-i Zîşuur : her şeyi san’atla yaratan, şuur sahibi olan Allah
sefahet : helâl olmayan zevk ve eğlenceye düşkünlük, beyinsizlik
semere : meyve
Semî : her şeyi duyan ve işiten Allah
seyahat : yolculuk
seyyiat : günahlar, kötülükler
silsile : zincir
sû-i ihtiyar : irâdenin kötüye kullanılması
sû-i zan : başkaları hakkında kötü zanda bulunma
Sübhanallah : “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir”
şefkat : acıma, merhamet
şehadet : şahidlik, tanıklık
şuur : bilinç, anlayış, idrak
şuurî : şuurluca, bilinçli şekilde
şürb : içme
taallûk etmek : ilgilendirmek, ait olmak
taallûkat : bağlantılı unsurlar
tâat : itaat, emir ve söz dinleme
tâbir edilen : ifade edilen, adlandırılan
tağyir etmek : değiştirmek
tahtel'arz : yer altı; gizli âlemler
taht-ı taahhüd : sorumluluk ve güvence altı
taht-ı tasarruf : tasarrufu altında
takbih etmek : çirkin görmek, kötülemek
taksim etmek : bölüştürmek, paylaştırmak
târizen : sözle dokundurarak, dokunaklı söz söyleyerek
tasarrufat : dilediği gibi kullanma ve idare etme işlemleri
tasrîhen : açıkça ifade ederek
temellük : sahiplenme, kendine mal etme
temsil : analoji, kıyaslama tarzında benzetme
tenebbüt eden : yeşeren, büyüyen
tenezzül etmek : iltifat etmek, onlara değer vermek
teşmil etmek : içine almak, kaplamak
tevehhüm : zannetme
ucb/ucub : yapılan iyi ve güzel davranışlara güvenme, onlarla yetinip övünme
ulûhiyet : ilâhlık; ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma
üslûb : ifade tarzı
vahid-i kıyasî : ölçü birimi
vedîa : emanet
vehmî : olmadığı halde varsayılan
vesait : araçlar, vasıtalar
vesile : aracı, vasıta
vuzuh : açıklık
Yâ Hâlıkî! : Ey beni yaratan Halıkım!
Yâ İlâhî! : Ey İlâhım!
Yâ Mâlikî : Ey benim asıl sahibim olan Mâlikim!
Yâ Men Lehü'l-Mülkü ve'l-Hamd! : Ey bütün mülkün, bütün varlıkların; bütün övgü ve şükürlerin asıl sahibi olan!
Yâ Musavvirî! : Ey bana harika bir şekil ve suret veren Musavvirim!
Yâ Rabbî! : Ey Rabbim!
ye’se düşmek : ümitsizlik içinde olmak
yeis/ye’s : ümitsizlik
zaman-ı mâzi : geçmiş zaman
zerre : atom
zikretmek : bildirmek, anlatmak
zuhur : belirme, görünme
acip : acayip, hayret verici
âdi : basit, sıradan
ah u enîn : ah çekerek inleme
ahkâm-ı İlâhiye : Allah’ın koyduğu hükümler
alâkadar : bağlantılı, ilgili
Allahu Ekber : “Allah en büyüktür”
a'mâl : ameller, işler; dinin emrettiği görevleri yapma
âmâl : emeller, arzular
amel : dinin emrettiği görevler
arz-ı ihtiyaç : ihtiyacını arzetme, dile getirme
azap : sıkıntı, ceza
Basîr : her şeyi gören Allah
bâtıl : doğru olmayan, yalan, yanlış
beyan etmek : açıklamak, îzâh etmek
bilhassa : özellikle
binaenaleyh : bundan dolayı; buradan hareketle
burhan : güçlü ve sarsılmaz delil
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cereyan etmek : meydana gelmek
cesed : beden
cilve : görüntü, yansıma
cisim : beden, vücut
cüz' : bölüm, parça
daire-i ihtiyar : etki alanı, dilediğini yapabilme dairesi
dest-i kudret : Allah’ın kudret eli
ebedî : sonsuz
ednâ : en basit, en küçük
ef'âl : fiiller, hareketler
ef'âl-i ihtiyariye : iradeyle yapılan davranışlar, fiiller
ehemmiyetli : değerli, önemli
ekl : yeme
elem : acı, keder
Elhamdü lillâh : “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”
elîm : acı ve sıkıntı veren
emare : belirti, işaret
ene : ben, benlik
enîn : inleme
esbab : sebepler
esbab-ı câmide : cansız ve ruhsuz sebepler
eser-i san'at : san’at eseri
eslâf-ı izâm : önceden gelmiş olan büyük zâtlar
eşref : en şerefli, en üstün
eşya : varlıklar
evham : kuruntular, şüpheler
evrad : virdler; zikirler
fâil : bir işi yapan; fiilin sahibi
fâsit : bozuk
fehmetmek : anlamak
fesahat : dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması
firavunluk/firavun : kendisini Firavun gibi ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük görme hâli
gaflet : duyarsızlık, manevî sorumluluklarından habersiz davranma hâli
garâbet-i san'at-ı İlâhiye : Allah’ın hayranlık uyandıran san’atı
garib : hayret verici ve şaşırtıcı şey
hâcât : ihtiyaçlar
hakikat : gerçek; herbir şeyin aslı ve esası, gerçek mahiyeti
hâkim : hükmeden, idareci
haleldar etmek : bozmak
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
harekât : hareketler, davranışlar
haric : dış
hasenat : Allah rızası için yapılan güzel davranışlar, ameller
hat : çizgi, sınır
hâtime : sonuç, son bölüm
havâs : hisler, duygular
hâvi : içine alan
hayalî : hayale dayalı
hıyanet : hainlik, ihanet
hikmet : sır; amaç, gaye
hilkat : yaratılış
husûl : meydana gelme
hususî : özel
hüceyrat : hücreler
hüceyre-i kübrâ : en büyük hücre; maddî yapısı çok küçük olmasına rağmen, değeri çok büyük olan insan
hülâsa : öz, özet
hüsn-ü zan : başkaları hakkında iyi zanda bulunma
icad : var etme
içtimaiyat : sosyal hayat; toplumu meydana getiren temel unsurlar
idhal etmek : bir şeyi içine katmak
iftihar etmek : övünmek
ihata etmek : kuşatmak, kapsamak
ihtiyacat : ihtiyaçlar
ihtiyar : irade, dileme, seçim gücü
ilân-ı isyan : isyan ettiğini ilân etme
iltica etmek : sığınmak
iltihak etmek : katılmak
irşadat : nasihatler, doğru yolu gösteren sözler
isnad etmek : dayandırmak
istikbal : gelecek zaman
istiklâliyet : bağımsızlık, bir şeye bağlı olmama
istinad etmek : dayanmak, güvenmek
itizâr : özür dileme
kâfi : yeterli
kàri : okuyucu
kat'iyen : kesinlikle
kaza ve kader kalemi : Cenâb-ı Hakkın plân ve takdirlerini ve zamanı gelen takdirlerin yaratılma kaidelerini yazan kalem
kemâlât : güzel ve değerli özellikler
keşfiyat : keşifler, bazı hakikatleri keşfetme, ortaya çıkarma
keza : aynı, aynı biçimde
kıyamet : dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
kıymet-i asliye : aslındaki değer, önem
kıymettar : değerli
kudret : güç ve iktidar
kudret-i ezeliye : ezelden beri var olan Allah’ın kudreti, güç ve kuvveti
lakîta : buluntu
Lebbeyk : “buyurun, emredin”
lehte ve aleyhte : bir şeyin faydasına veya zararına olan durum
lezâiz : lezzetler
lisan-ı hal : hal ve beden dili
mahrum kalmak : yoksun kalmak
makam : derece, konum
makine-i İlâhiye : İlâhî makine; Allah’ın yarattığı ve bir makineyi andıran insan bedeni
mâlik : mülke sahip olan
Mâlik-i Hakikî : her şeyin gerçek sahibi olan Allah
mâlikiyet dâvâsı : sahiplik iddiasında bulunma
malûmat : bilgiler
mâruz kalmak : bir olay veya bir durumla yüz yüze gelmek
masdar : kaynak
me’yus : ümitsiz, ümidi kesik
mehasin : güzellikler, iyilikler
meksûbe : kesb edilen, irade dairesinde kazanılan şey
memur : emir altında bulunan; kendisine bir iş emredilen kişi
mevhube : karşılıksız olarak verilen; hibe edilen
mevhum : gerçekte olmadığı halde var sayılan
mezaristan : mezarlık
minnet : iyilik karşısında kendini borçlu hissetmek
muaraza : karşı gelme, karşı koyma
muvaffak olmak : başarmak
müellif-i muhterem : saygı ve hürmete lâyık müellif; Bediüzzaman
münafi : aykırı, zıt
müracaat etmek : başvurmak
mürekkep : birden fazla unsurdan meydana gelen; birleşik
müsbet : olumlu, uygun
müştemilât : bir bütünü meydana getiren unsurlar
mütercim : tercüme eden
nâkıs : eksik, noksan
nam : ad
nefis/nefs-i emmare : bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
nida : sesleniş
nüsha : yazılı halde bulunan kitap, kopya
Rabb-i Vâhid : tek ve eşsiz olan Rab, bir olan Allah
rahmet : merhamet ve şefkat
safâ : eğlence
sâika : yönlendiren, sevkeden
Sâni : her şeyi san’atla yaratan Allah
Sâni-i Hakîm : her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yapan Allah
Sâni-i Semî ve Basîr : her şeyi işiten ve gören ve her şeyi sonsuz mükemmellikteki san’atlarla yaratan Allah
Sâni-i Zîşuur : her şeyi san’atla yaratan, şuur sahibi olan Allah
sefahet : helâl olmayan zevk ve eğlenceye düşkünlük, beyinsizlik
semere : meyve
Semî : her şeyi duyan ve işiten Allah
seyahat : yolculuk
seyyiat : günahlar, kötülükler
silsile : zincir
sû-i ihtiyar : irâdenin kötüye kullanılması
sû-i zan : başkaları hakkında kötü zanda bulunma
Sübhanallah : “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir”
şefkat : acıma, merhamet
şehadet : şahidlik, tanıklık
şuur : bilinç, anlayış, idrak
şuurî : şuurluca, bilinçli şekilde
şürb : içme
taallûk etmek : ilgilendirmek, ait olmak
taallûkat : bağlantılı unsurlar
tâat : itaat, emir ve söz dinleme
tâbir edilen : ifade edilen, adlandırılan
tağyir etmek : değiştirmek
tahtel'arz : yer altı; gizli âlemler
taht-ı taahhüd : sorumluluk ve güvence altı
taht-ı tasarruf : tasarrufu altında
takbih etmek : çirkin görmek, kötülemek
taksim etmek : bölüştürmek, paylaştırmak
târizen : sözle dokundurarak, dokunaklı söz söyleyerek
tasarrufat : dilediği gibi kullanma ve idare etme işlemleri
tasrîhen : açıkça ifade ederek
temellük : sahiplenme, kendine mal etme
temsil : analoji, kıyaslama tarzında benzetme
tenebbüt eden : yeşeren, büyüyen
tenezzül etmek : iltifat etmek, onlara değer vermek
teşmil etmek : içine almak, kaplamak
tevehhüm : zannetme
ucb/ucub : yapılan iyi ve güzel davranışlara güvenme, onlarla yetinip övünme
ulûhiyet : ilâhlık; ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma
üslûb : ifade tarzı
vahid-i kıyasî : ölçü birimi
vedîa : emanet
vehmî : olmadığı halde varsayılan
vesait : araçlar, vasıtalar
vesile : aracı, vasıta
vuzuh : açıklık
Yâ Hâlıkî! : Ey beni yaratan Halıkım!
Yâ İlâhî! : Ey İlâhım!
Yâ Mâlikî : Ey benim asıl sahibim olan Mâlikim!
Yâ Men Lehü'l-Mülkü ve'l-Hamd! : Ey bütün mülkün, bütün varlıkların; bütün övgü ve şükürlerin asıl sahibi olan!
Yâ Musavvirî! : Ey bana harika bir şekil ve suret veren Musavvirim!
Yâ Rabbî! : Ey Rabbim!
ye’se düşmek : ümitsizlik içinde olmak
yeis/ye’s : ümitsizlik
zaman-ı mâzi : geçmiş zaman
zerre : atom
zikretmek : bildirmek, anlatmak
zuhur : belirme, görünme