Ve keza, âlemde görünen tasarrufattan anlaşılıyor ki, Sâni-i Âlemin pek yüksek, celâlli, izzetli bir haysiyeti vardır ki, ubudiyetle Sânii tâzim etmeyenlerin veya istihfaf edenlerin te’diplerini, tehir ve imhal etse bile, ihmal etmez.

Ve keza, o Sultanın emirlerini, nehiylerini kıymetsiz görüp imanla imtisal etmeyenler ve ibadetle kendilerini sevdirmeyenler ve şükranla hürmette bulunmayanlar için rububiyetin ebedî karargâhında elbette bir dâr-ı mükâfat ve mücâzat olacaktır.

Ve keza, bütün mahlûkatta görünen hüsn-ü san’atlar, intizamlar ve ihtimamlardan ve herşeyde takip edilmekte olan maslahat ve faidelerden anlaşılıyor ki, kâinat taht-ı tasarrufunda bulunan Sâni-i Zülcelâlde pek büyük bir hikmet-i âmme vardır ki, itaat ve iltica edenlerin büyük taltif ve in’amlara mazhar olacakları o hikmet-i âmmenin iktizasındandır.

Ve keza, görünüyor ki, herşey lâyık mevkiine vaz ediliyor. Ve her hak, hak sahibine veriliyor. Ve her ihtiyaç sahibinin hâceti, istediği gibi yapılır. Ve her sual edenlerin matlupları—bilhassa istidat lisanıyla veya ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla veya ıztırar ve zaruret lisanıyla olsun—cevaplandırılıyor. Böyle eserleri görünen bir adalete bir mahkeme-i kübrâ lâzımdır ki, rububiyetin hâkimiyetiyle hukuk-u ibad muhafaza edilsin. Çünkü, fâni olan şu dünya menzili, o büyük adalet-i hakikiyeye mazhar olamaz. Öyleyse, o büyük Sultan-ı Âdil için bir Cennet i bâkiye, bir cehennem-i dâime lâzımdır.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Reşhalar / Sonraki Risale: Katre
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adalet : her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi, zâlimden mazlumun hakkının alınması
adalet-i hakikiye : gerçek adalet
âlem : dünya, evren
Cehennem-i dâime : kâfirlerin devamlı olarak kalacakları Cehennem
celâlli : görkemli, haşmetli, yüce
Cennet-i bâkiye : devamlı ve kalıcı olan Cennet hayatı
dâr-ı mükâfat ve mücâzat : mükâfat ve ceza yeri
delâlet : delil olma, işaret etme
ebedî : sonsuz
fâni : geçici
fiil : hareket, iş, etki
hâcet : ihtiyaç
hâkimiyet : egemenlik, hükmü ve idaresi altına alma
haysiyet : şeref, itibar, değer
hikmet-i âmme : herşeyi kuşatan hikmet, gaye ve fayda
hukuk-u ibâd : kulların hakları
hürmet : saygı gösterme
hüsn-ü san'at : san’at güzelliği
ıztırar : çaresizlik
ihtimam : özen, önem verme
ihtiyac-ı fıtrî : yaratılıştan gelen doğal ihtiyaç
iktiza : gereklilik
iltica etmek : sığınmak
imhal etmek : süre vermek
imtisal etmek : emre uymak, itaat etmek
in’am : nimetler
intizam : düzenlilik, tertip
istidat : kabiliyet, yetenek
istihfaf etmek : küçümsemek, hafife almak
itaat etmek : emre uymak
izzetli : şerefli, değerli, yüce
karargâh : karar yeri; yolculuğun bittiği yerdeki sonsuz hayat
keza : bunun gibi
lisan : dil
mahkeme-i kübrâ : âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme
mahlûkat : yaratılmış varlıklar
maslahat : fayda
matlup : istek
mazhar olmak : ayna olmak, erişmek, nail olmak
menzil : durak, yer, mekân
mevki : yer, konum
nehiy : yasak
nur : aydınlık
rububiyet : Rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
Sâni : herşeyi mükemmel bir san’atla yaratan Allah
Sâni-i Âlem : bütün varlık âlemini san’atlı bir şekilde yaratan Allah
Sâni-i Zülcelâl : herşeyi san’atla yaratan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah
sehavet : cömertlik
sual etmek : istemek
sultan : hükümdâr, hâkim
Sultan-ı Âdil : her işini sınırsız bir adaletle ve yerli yerinde yapan Sultan; Allah
şükran : minnettarlık, teşekkür
taht-ı tasarruf : dilediği gibi kullanım ve yönetimi altında bulundurma
taltif : iyilik ve güzellikle muamele etmek
tasarrufat : tasarruflar, kullanma ve yönetme işlemleri
tâzim etmek : Allah’ın büyüklüğünü dile getirmek
tedip : edeplendirme, haddini bildirme
tehir etmek : ertelemek, sonraya bırakmak
ubudiyet : kulluk
vaz etmek : koymak, yerleştirmek
zaruret : zorunluluk, mecburiyet
ziya : ışık
Yükleniyor...