Evet, o Sultanın şu fâni menzillerde ve korkunç meydanlarda gösterdiği hikmet, inayet, adalet, rahmet ve şefkatin fevkinde bir derecenin tasavvuru imkân hâricidir. Elbette bu kadar yüksek ve geniş harika san’atlar, daimî mekânları, sabit meskenleri ve zevalsiz sakinleri isterler ki, o büyük hikmet ve adaletin hakikatlerine mazhar olsunlar. Ve illâ, şu görünen hikmet, inayet ve merhametin inkârı lâzım gelir. Ve aynı zamanda, bu kadar hikmetinden ve inayetinden zuhur eden fiiller sahibinin -hâşâ!- zâlim, gaddar, sefih olduğuna zehab edilir. Bu ise, inkılâb-ı hakâiki istilzam eder.

Ve keza, şu muvakkat menzillerin saltanat-ı daimeye makar olacak bir şekle gireceğine pek çok deliller, burhanlar vardır. Maahaza, bu âlemi icad edip öteki âlemi icad etmemek ve bu kâinatı vücuda getirip öteki kâinatı getirmemek, bu dünyayı yaratıp öteki dünyayı yaratmamak imkânı yoktur. Çünkü rububiyetin saltanatı mükâfat ve mücâzatı ister.

Ve keza, Sâni-i Âlemin herşeyi içine almış ve herşeyi istilâ ve istiab etmiş bir rahmet-i vâsiası vardır. Validelerin, hattâ bir cihette nebatatın evlâdına olan şefkatleri ve küçük, zayıf yavrularının suhulet-i rızıkları, o rahmet deryasından bir katredir. O bahr-i rahmetin azametiyle, şu fâni dünyada, bu kısa ömürde, şu kadar zahmet ve belâlarla karışık, zâil ve gayr-ı sabit olan şu nimetler ve ebedî bekayı isteyen insanlar arasında münasebet yoktur. Ve aynı zamanda, iade edilmemek üzere zeval, nimeti nikmete, şefkati zahmete, muhabbeti musibete ve lezzeti eleme ve rahmeti zıddına kalb eder...
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Reşhalar / Sonraki Risale: Katre
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adalet : her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi ve zâlimden mazlumun hakkının alınması
âlem : dünya
azamet : büyüklük
bahr-i rahmet : İlâhî şefkat ve merhamet denizi
bekà : sonsuzluk
burhan : güçlü ve sarsılmaz delil
cihet : yön
daimî : devamlı
derya : deniz
ebedî : sonsuz
elem : acı, keder, sıkıntı
evlât : çocuk
fâni : geçici
fevkinde : üstünde
fiil : hareket, iş, etki
gaddar : acımasız, çok zulmeden
gayr-ı sabit : sabit olmayan
hakikat : bir şeyin içyüzü, gerçek yüzü
hâriç : dış
hâşâ : asla, kesinlikle öyle değil
hikmet : bir şeyi belli bir amaç ve yarar doğrultusunda yerli yerinde yapma
iade etmek : geri vermek
icad etmek : var etmek, yaratmak
illâ : ancak
inayet : bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik; İlâhî özen ve yardım
inkâr : etmek kabul etmemek, reddetmek
inkılâb-ı hakâik : gerçeklerin inkılâbı, zıtlarına dünüşmesi
istiab etmek : içine almak, kaplamak
istilâ etmek : ele geçirmek
istilzam etmek : gerektirmek
kalb etmek : dönüştürmek
katre : damla
keza : bunun gibi
lâzım gelmek : gerekli olmak
maahaza : bununla beraber, bununla birlikte
makar : oturulan, karar kılınan yer; merkez; pâyitaht
mazhar olmak : ulaşmak, elde etmek
menzil : durak, yer, mekân
merhamet : acıma, şefkat etme
mesken : oturulan ve kalınan yer
muhabbet : sevme
musibet : belâ, dert, felâket
muvakkat : geçici
mücâzat : cezalandırma
mükâfat : ödüllendirme
nebatat : bitkiler
nikmet : azap, ceza
rahmet : merhamet, bağış, acıma, esirgeme
rahmet-i vâsia : herşeyi kuşatan geniş rahmet
rububiyet : Rablık; kâinatın idaresi, terbiyesi, tedbiri gibi işlerde Cenâb-ı Hakkın isimlerinin tecellîsi
sabit : değişmeyen
sakin : ikâmet eden, yerleşmiş olan
saltanat : hâkimiyet, egemenlik
saltanat-ı daime : devamlı, kesintisiz bir egemenlik, hâkimiyet
Sâni-i Âlem : bütün varlık âlemini san’atlı bir şekilde yaratan Allah
sefih : yasak zevk ve eğlencelere aşırı düşkün olan
suhulet-i rızık : rızkın kolay elde edilmesi
şefkat : merhamet
tasavvur : düşünme, hayal
valide : anne
vücuda getirmek : var etmek, meydana getirmek
zâil : yok olup gidici, geçip gidici
zâlim : zulmeden, acımasız
zehab etmek : bir fikre veya zanna kapılma
zeval : geçip gitme, sona erme
zuhur etmek : ortaya çıkmak, görünmek
Yükleniyor...