S: Nedir şu tabiat, kavânin, kuva ki, onlarla kendilerini aldatıyorlar?

C: Tabiat, âlem-i şehadet denilen cesed-i hilkatin anâsır ve âzâsının ef’âlini intizam ve rapt altına alan bir şeriat-ı kübrâ-yı İlâhiyedir. İşte şu şeriat-ı fıtriyedir ki, “sünnetullah” ve “tabiat” ile müsemmâdır. Hilkat-i kâinatta câri olan kavânin-i itibariyesinin mecmû ve muhassalasından ibarettir. Kuvâ dedikleri şey, herbiri şu şeriatın birer hükmüdür. Ve kavânin dedikleri şey, herbiri şu şeriatın birer meselesidir. Fakat o şeriattaki ahkâmın yeknesak istimrârına istinaden vehim, hayal tasallut ederek tazyik edip, şu tabiat-ı hevaiye tevazzu’ ve tecessüm edip mevcud-u haricî ve hayalden hakikat suretine girmiştir. Hayali, hakikat suretinde gören, gösteren, nüfusun istidat-ı şûresinden, fâil-i müessir tavrını takmıştır. Halbuki, kör, şuursuz tabiat, kat’iyen kalbi ikna edecek ve fikre kendini beğendirecek ve nazar-ı hakikat ona ünsiyet edecek hiçbir mülâyemet ve münasebet yok iken ve masdar olmaya kabiliyeti mefkud iken, sırf nefy-i Sâni farazından çıkan bir ıztırar ile veleh-resan-ı efkâr olan kudret-i ezeliyenin âsâr-ı bâhiresinin tabiattan suduru tahayyül edilmiş.

Halbuki tabiat misalî bir matbaadır, tâbi’ değil; nakıştır, nakkaş değil; kàbildir, fâil değil; mistardır, masdar değil; nizamdır, nâzım değil; kanundur, kudret değil; şeriat-ı iradiyedir, hakikat-i hariciye değil. Meselâ, yirmi yaşında bir adam birden bire dünyaya gelse, hâli bir yerde, muhteşem ve sanayi-i nefîsenin âsârıyla müzeyyen bir saraya girse, hem farz etse, kat’iyen hariçten gelme hiçbir fâilin eseri değil.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Şulenin Zeyli
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ahkâm : hükümler, esaslar
âlem-i şehadet : görünen âlem
anâsır : unsurlar
âsâr : eserler
âsâr-ı bâhire : apaçık eserler
âzâ : uzuvlar, organlar
câri olan : geçerli olan
cesed-i hilkat : yaratılmış olan varlık cesedi, bedeni
ef’âl : fiiler, işler
fâil : işi yapan, fiilin sahibi
fâil-i müessir : etkin olan; iş ve fiili bizzat yapan
faraz : varsayım
hakikat : gerçek
hakikat-i hariciye : dışa ait, görünen maddî gerçek
hâli : boş, ıssız
hariç : dış, dışarı
hilkat-i kâinat : evrenin yaratılışı
ıztırar : çaresizlik
intizam : düzen, disiplin
istidat-ı şûre : çorak, verimsiz yetenek
istimrâr : devamlı sürüp gitme, devamlı olma
istinaden : dayanarak
kabil : mümkün, olabilir
kat’iyen : kesinlikle
kavânin : kanunlar
kavânin-i itibariye : itibarî kanunlar; maddî olmayan kanunlar
kudret : güç, iktidar
kudret-i ezeliye : Cenâb-ı Hakkın ezelî kudreti
kuvâ : kuvvetler, güçler; enerjiler
masdar : kaynak
mecmû : toplanmış, bir araya getirilmiş
mefkud : kaybolmuş
mevcud-u haricî : gözle görülür şekilde maddî bir yapıya sahip olan
misalî : görüntüden ibaret
mistar : cetvel, şablon
muhassala : sonuç, toplam
muhteşem : ihtişamlı, görkemli
mülâyemet : uygunluk
münasebet : bağlantı, ilgi
müsemmâ : isimlendirilen
müzeyyen : süslenmiş
nakış : işleme, süsleme
nakkaş : nakış ustası
nazar-ı hakikat : gerçek bakış
nâzım : düzenleyen
nefy-i Sâni : kâinatın san’atkârı olan Allah’ı reddetme, yok sayma
nizam : düzen
nüfus : nefisler
rapt : bağ
sanay-i nefîse : güzel san’atlar, ileri sanayi
sudur : çıkma
suret : görünüm, şekil
sünnetullah : kâinatta yürürlükte olan İlâhî kanunlar
şeriat : İlâhî anayasa, Allah’ın koyduğu kanunlar mecmuası
şeriat-ı fıtriye : Allah’ın yaratılışa koyduğu ve bütün varlıkların tabi olduğu anayasa, kanunlar mecmuası
şeriat-ı iradiye : Cenâb-ı Hakkın irade sıfatından gelen şeriat, tabiat kanunları
şeriat-ı kübrâ-yı İlâhiye : Allah’ın kâinata koyduğu ve bütün varlıkların tabi olduğu büyük anayasa, kanunlar mecmuası
tâbi’ : tab eden, basan
tabiat : doğa; düzenin devam etmesi gayesiyle Allah tarafından kâinata konulmuş olan kanunlar mecmuası
tabiat-ı hevai : hava gibi görünmez ve lâtif özellikte olan tabiat
tahayyül edilmek : hayal edilmek
tasallut : musallat olma, sataşma
tazyik etme : zorlama, baskı yapma
tecessüm : cisimlenme, maddî olarak görünme
tevazzu’ : madde gibi bir mekân alma
ünsiyet : alışkanlık, yakınlık
vehim : kuruntu, olmayan şeyi varmış gibi gösteren düşünce
veleh-resan-ı efkâr : fikirleri, düşünceleri hayrette bırakan
yeknesak : tekdüze, monoton
Yükleniyor...