Üçüncü basamak: Semâvatta devam ile cereyan eden sükûn, sükût, nizam, intizam, ıttıraddan hissedildiğine nazaran, semâvat ehli, arz sakinleri gibi değildirler. Evet, arzda bulunan nifak, şikak, ihtilâf, ezdâdın içtimâı, hayır ve şerrin ihtilâtı gibi şeyler, semâvatta yoktur. Bu sayede, semâvatta nizam ve intizamı bozacak bir hal yoktur. Sakinleri, verilen emirlere kemâl-i itaatle imtisal ediyorlar.

Dördüncü basamak: Cenâb-ı Hakkın, iktizâları, hükümleri mütegayir bazı esmâları vardır. Meselâ, Bedir gibi bazı gazâlarda Ashab-ı Kirama yardım etmek üzere, küffar ile muharebe etmek için melâikenin semâdan inzâlini iktiza eden ismi, melâike ile şeyâtin (yani semâvî olan ahyar ile arzî eşrar) arasında muharebenin vukuunu istib’ad değil, iktizâ eder. Evet, Cenâb-ı Hak melâikeye bildirmeksizin şeytanları def veya ihlâk edebilir. Fakat satvet ve haşmetin iktizâsı üzerine, bu kabil mücâzâtın müstehaklarına ilân ve teşhiri, azametine lâyıktır.

Beşinci basamak: Ruhânîlerin ahyârı semâda bulunduklarından, eşrarı da letâfetlerine güvenerek onları takliden iltihak etmek istediklerinde, ehl-i semâ, onları şerâretleri için kabul etmeyerek def ediyorlar. Maahaza, bu gibi mânevî mübârezeleri âlem-i şehadete, bilhassa vazifesi şehadet ve müşahede olan insana ilân ve teşhirine recm-i nücum alâmet ve nişan kılınmıştır.

Altıncı basamak: Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, nev-i beşeri itaate irşad, isyandan zecr ve men etmek üzere kullandığı üslûb-u âlisine bak:

1 يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَاْلاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ فَانْفُذُوا لاَ تَنْفُذُونَ اِلاَّ بِسُلْطَانٍ

Yani, “Ey ins ve cin cemaati! Mülkümden hariç bir memlekete çıkıp kurtulmak için semâvat ve arzın aktarından çıkmaya kuvvetiniz varsa çıkınız. Amma ancak bir sultan ile çıkarsınız.”

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Rahmân Sûresi, 55:33.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Şemme / Sonraki Risale: On Dördüncü Reşha
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ahyâr : hayırlı kimseler
alâmet : belirti, işaret
âlem-i şehadet : görünen alem
arz : yer, dünya
arzî : dünyaya âit, dünyalı
azamet : büyüklük
Cenab-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cereyan eden : meydana gelen
def etmek : uzaklaştırmak
def : uzaklaştırma
ehl-i semâ : gök ehli, melekler ve ruhanîler
esmâ : isimler
eşrar : şerliler, kötüler
ezdâd : zıtlar
gazâ : savaş
haşmet : büyüklük, ihtişam
hayır : iyilik
hüküm : karar
ıttırad : saat gibi düzenli ritmik olma
içtimâ : bir araya gelme
ihlâk etmek : helâk etmek, yok etmek
ihtilâf : anlaşmazlık, uyuşmazlık
ihtilât : karışıklık
iktizâ : bir şeyin gereği
iltihak etmek : katılmak
imtisal etmek : uymak, yerine getirmek
intizam : düzenlilik
inzâl : indirme
irşad : doğru yolu gösterme
istib’ad : akıldan uzak görme
kabil : gibi
kemâl-i itaat : tam itaat, emre uyma
Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan : açıklamalarıyla mu’cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
küffar : kâfirler
letâfet : hafiflik, incelik
maahaza : bununla beraber
melâike : melekler
men etmek : yasaklamak
muharebe : harp, savaş
mübâreze : karşı koyma
mücâzât : cezalandırma
müstehak : hak etmiş
müşahede : görme, gözlem
mütegayir : değişik, birbirine zıt
nazaran : bakarak, –göre
nev-i beşer : insanlar
nifak : münafıklık, ikiyüzlülük
nişan kılmak : işaret yapmak, işaret olarak koymak
nizam : düzen
recm-i nücum : yıldızlarla taşlama
ruhânî : maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âlemine ait varlık; melek ve cin gibi varlıklar
sakin : ikâmet eden, yerleşmiş olan
satvet : güç, ezici kuvvet
semâ : gökyüzü
semâvat ehli : semâda yaşayan varlıklar; melekler, ruhaniler
semâvat : gökler
semâvî : gökle ilgili, uzaylı
sükûn : durgunluk
sükût : sessizlik
şehadet : şahidlik, tanıklık
şer : kötülük
şerâret : şerlilik, kötülük
şeyâtin : şeytanlar
şikak : ayrılık
teşhir : ilân etme, duyurma
üslûb-u âli : yüksek ifade tarzı
vuku : gerçekleşme, meydana gelme
zecr : sakındırma, yasaklama, kovma
Yükleniyor...