İ’lem eyyühe’l-aziz! Meselâ, kamerin ahvaline veya istikbalin hakikatine dair itâ-i malûmat eden adama, bütün mâmelekini ona feda etmeye hazırsın. Amma daire-i mülkünde bir arı hükmünde bulunan kamerin Hâlıkından haber getiren ve ezel, ebede, hayat-ı ebediyeye, hakaik-i esasiyeye, azîm meselelere dair malûmat itâ eden ve seni mânevî perişaniyetlerden, dalâletlerden kurtarıp kesretten vahdete doğru yol gösteren ve hayat-ı ebediyeye iman ile mâülhayatı sana içirtmekle firak ve ayrılmak ateşlerinden kurtaran ve Hâlıkın marziyatını, metalibini tarif eden ve Sultan-ı Ezel, Ebedin muhaberesine tercümanlık yapan Resul-i Rahmân’ı dinlemeye ve o Muhbir-i Sadıka iman ile teslim olmaya mâni olan nefsin hevâ ve hevesini terk etmiyorsun.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Görüyoruz ki, Sâni-i Hakîm, kemâl-i hikmetiyle, pek âdi şeylerden pek harika, mu’cize-i mensucat yapıyor. Ve keza, abesiyet ve israfa mahal bırakılmamak üzere, bir ferdi envâen vazifelerle tavzif ediyor. Hattâ, insanın başında, insanın muvazzaf olduğu vazifeleri görmek için her vazifeye göre birer tırnak kadar maddî birşeyin bulunması icab etseydi, bir başın Cebel-i Tûr büyüklüğünde olması lâzım gelirdi ki, ashab-ı vezâife yer olsun. Ve keza, lisan sair vezâifiyle beraber, erzak hazinesine ve kudretin matbahında pişirilen bütün taamlara müfettiştir. Ve bütün taamların tatlarını yakîn eden, bilen bir ehl-i vukuftur. İşte bu faaliyet-i hakîmiyeden anlaşılır ki, zamanın seyliyle beraber gelip geçen eşya-yı seyyâleden ve geçen günlerden, senelerden, asırlardan, leyl ve neharın takallübü ile pek çok mensucat-ı gaybiye ve uhreviye yapılmaktadır. Evet, âlemin fihristesi hükmünde olan insan fabrikasında dokunan mensucat o hakikati tenvir eder. Öyleyse, bu fani dünyada mevt, fena, devâir-i gaybiyede sâfi bir bekaya intikal ederek bâki kalır. Evet, rivâyetlerde vardır ki, “İnsanın ömür dakikaları insana avdet ederler. Ya gaflet ile muzlim olarak gelirler veya hasenat-ı muzîe ile avdet ederler.”
İ’lem eyyühe’l-aziz! Görüyoruz ki, Sâni-i Hakîm, kemâl-i hikmetiyle, pek âdi şeylerden pek harika, mu’cize-i mensucat yapıyor. Ve keza, abesiyet ve israfa mahal bırakılmamak üzere, bir ferdi envâen vazifelerle tavzif ediyor. Hattâ, insanın başında, insanın muvazzaf olduğu vazifeleri görmek için her vazifeye göre birer tırnak kadar maddî birşeyin bulunması icab etseydi, bir başın Cebel-i Tûr büyüklüğünde olması lâzım gelirdi ki, ashab-ı vezâife yer olsun. Ve keza, lisan sair vezâifiyle beraber, erzak hazinesine ve kudretin matbahında pişirilen bütün taamlara müfettiştir. Ve bütün taamların tatlarını yakîn eden, bilen bir ehl-i vukuftur. İşte bu faaliyet-i hakîmiyeden anlaşılır ki, zamanın seyliyle beraber gelip geçen eşya-yı seyyâleden ve geçen günlerden, senelerden, asırlardan, leyl ve neharın takallübü ile pek çok mensucat-ı gaybiye ve uhreviye yapılmaktadır. Evet, âlemin fihristesi hükmünde olan insan fabrikasında dokunan mensucat o hakikati tenvir eder. Öyleyse, bu fani dünyada mevt, fena, devâir-i gaybiyede sâfi bir bekaya intikal ederek bâki kalır. Evet, rivâyetlerde vardır ki, “İnsanın ömür dakikaları insana avdet ederler. Ya gaflet ile muzlim olarak gelirler veya hasenat-ı muzîe ile avdet ederler.”
Önceki Risale: Şemme / Sonraki Risale: On Dördüncü Reşha