Şûle

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

İ’lem eyyühe’l-aziz! Bütün Esmâ-i Hüsnânın ifâde ettiği mânâlar ile bütün sıfât-ı kemâliyeye, Lâfza-i Celâl olan Allah bil’iltizam delâlet eder. Sair ism-i haslar yalnız müsemmâlarına delâlet eder, sıfatlara delâletleri yoktur. Çünkü sıfatlar müsemmâlarına cüz olmadığı gibi, aralarında lüzum-u beyyin de yoktur. Bu itibarla, ne tazammunen ve ne iltizamen sıfatlara delâletleri yoktur. Amma Lâfza-i Celâl, bilmutabakat Zât-ı Akdese delâlet eder. Zât-ı Akdes ile sıfât-ı kemâliye arasında lüzum-u beyyin olduğundan, sıfatlara da bil’iltizam delâlet eder.

Ve keza, ulûhiyet ünvanı sıfât-ı kemâliyeyi istilzam etmesi, ism-i has olan Allah’ın da o sıfâtı istilzam ettiğini istilzam ediyor.

Ve keza, Allah kelimesi de, nefiyden sonra sıfatlarla beraber düşünülür. Binaenaleyh Lâ ilâhe illâllah kelâmı, Esmâ-i Hüsnânın adedince kelâmları tazammun ediyor. Bu itibarla, şu kelime-i tevhid kelâmı, delâlet ettiği sıfatlar itibarıyla bir kelâm iken bin kelâm oluyor: Lâ hâlıka illâllah, lâ fâtıra, lâ râzıka, lâ kayyûme illâllah gibi... Binaenaleyh, terakki etmiş olan zâkir bir zât, bu kelâmı söylerken içindeki binlerce kelâmları söylemiş oluyor.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Madem ki herşeyin Allah’tan olduğunu bilirsin ve ona iz’ânın vardır. Zararlı, menfaatli herşeyi tahsin ve hüsn-ü rızâyla kabul etmek lâzımdır. Ve illâ, gaflete düşmeye mecbur olursun. Bunun için esbab-ı zahiriye vaz edilmiş ve gözlere de gaflet perdesi örtülmüştür. Kâinat hâdiselerinden insanın heva ve hevesine muhalif olan kısım, muvafık olan kısımdan daha çoktur. Eğer heva sahibi, bu esbab-ı zahiriyeyi görüp Müsebbibü’l-Esbabdan gaflet etmese, itirazlarını tamamen Allah’a tevcih eder.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Dördüncü Reşha / Sonraki Risale: Şulenin Zeyli
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

bil’iltizam : zorunlu olarak; “Mâdem O Allah’tır. Öyleyse zorunlu olarak Onun son derece mükemmel sıfatları vardır.” Şeklindeki delâlete bil’iltizam delâlet denir
bilmutabakat : tam bir uygunlukla birebir
binaenaleyh : bundan dolayı
cüz : kısım, parça
âlet : araç, vasıta
Allâmü’l-Guyûb : gayb âlemini ve bütün gizlilikleri bilen Allah
bilhassa : özellikle
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
esbab-ı zahiriye : görünen sebepler
eşcar : ağaçlar
fihriste : içindekiler listesi; bir eserin içindekiler bölümü
gaflet : ahiretten ve Allah’ın bildirdiği şeylerden habersiz davranma
habbe : dane, tohum
hâdim : hizmetçi, hizmet eden
hayvanât : hayvanlar, canlılar
hevâ : faydasız ve gelip geçici arzular; Allah’ın ihsan ettiği şeyleri nefsin istek ve arzuları yolunda kullanma
i’lem eyyühe’l-aziz : ey aziz kadreşim bil ki!
ihtiyacî : ihtiyaçtan kaynaklanan
illâ : ancak, aksi hâlde
ilm-i ezelî : Allah’ın herşeyi ve bütün zamanları kuşatan sonsuz ilmi
istidad : kabiliyet, yetenek
istidadî : kabiliyetten kaynaklanan
istinsah : nüshasını çıkarma, çoğaltma, kopyalama
itiraz : kabul etmediğini belirtme, karşı çıkma
kabiliyet : yetenek; alıp kabul etme yeteneği
kader : Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlaması
Kâfir : Allah’ı veya Allah’ın kesin olarak bildirdiği şeylerden birini inkâr eden kimse
kavlî : sözlü olarak
kudret : güç ve iktidar
lisan : dil
lisan-ı ihtiyaç : ihtiyaç dili
lisan-ı istidat : kabiliyet dili
mânâ-yı harfî : harf gibi; birşeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bildirip tanıtan mânâsı
mânâ-yı ismî : isim gibi; birşeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı
muhalif : aykırı, zıt
muvafık : uygun
mü’min : iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan
müntic : netice veren, faydalı
Müsebbibü’l-Esbab : bütün sebepleri ve sebeplerin neticesini yaratan Allah
müstakil : bağımsız, başlı başına
müstakim : istikametli, dosdoğru
nebâtat : bitkiler
sadâ : ses
savt : ses
sevk edilmek : gönderilmek
suret : biçim
şe’n : hal, durum, keyfiyet
tahavvül : değişim, başkalaşma
tedbir : idare etme, ihtiyacını karşılama
tedvir : döndürme, idare etme
tekemmül : mükemmelleşme, olgunlaşma
tesbih etmek : Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tevcih etmek : yöneltmek
tezkere : belge
vaz etmek : koymak, yerleştirmek
vaziyet : durum, hâl
delâlet : delil olma, gösterme, işaret etme
Esmâ-i Hüsnâ : Allah’ın güzel isimleri
hüsn-ü rızâ : güzel bir şekilde razı olma, hoş karşılama
i’lem eyyühe’l-aziz : ey aziz kardeşim bil ki!
iltizamenen : zorunlu olarak
ism-i has : özel isim
istilzam etmek : gerektirmek
itibar : özelik, kabul
itibarıyla : bakımdan
iz’ân : şüphesiz anlama ve inanma
kelâm : ifade, söz
kelime-i tevhid : “Lâ ilâhe illâ Hû” ifadesidir, mânâsı Ondan (Allah’tan) başka ilâh yoktur
keza : bunun gibi
Lâ fâtıra illâllah : Allah’tan başka benzersiz şeyler yaratan yoktur
Lâ hâlıka illâllah : Allah’tan başka yaratıcı yoktur
Lâ ilâhe illâllah : “Allah’tan başka ilâh yoktur”
Lâ kayyûme illâllah : Allahtan başka varlıkları ayakta tutan ve onlara bekâ veren yoktur
Lâ râzıka illâllah : Allah’tan başka rızık veren yoktur
Lâfza-i Celâl : “Allah” lâfzı
lüzûm-u beyyin : ispata ihtiyacı olmayan şey, apaçık gereklilik. Meselâ körlük görmemenin, cahillik ilimsizliğin lüzûm-u beyyinidir
menfaat : yarar
müsemmâ : isim sahibi, isimlendirilen
nefiy : inkâr
sair : diğer, başka
sıfât-ı kemâliye : Allah’ın her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan mükemmel sıfatları, nitelikleri
şûle : parıltı, ışıltı, ışık hüzmesi
tahsin : beğenme, birşeyin güzelliğini ilân etme
tazammun etmek : içermek, içine almak
tazammunen : içerme, içine alma şeklinde
terakki etmek : ilerlemek
ulûhiyet : ilâhlık, tanrılık
ünvan : isim
zâkir : zikreden
Zât-ı Akdes : bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allah
Yükleniyor...