İ’lem eyyühe’l-aziz! Mü’min olan zât, mânâ-yı harfiyle, yani gayre bir hâdim ve bir âlet sıfatıyla kâinata bakıyor. Kâfir ise, mânâ-yı ismiyle, yani müstakil bir “ağa” nazarıyla âleme bakıyor. Bu itibarla herbir masnuda, iki cihet vardır. Bir ciheti, kendi zât ve sıfâtından ibarettir. Diğer ciheti, Sânie ve Esmâ-i Hüsnâdan kendisine olan tecelliyata bakar.

İkinci cihetin dairesi daha geniş ve mealce daha kâmildir. Zira, bir harf kendi zâtına bir harf miktarı—o da bir vecihle—delâlet eder. Kâtibine çok vecihlerle delâlet eder. Ve kâtibini, bakanlara tarif ve tavsif eder.

Kezalik, kudret-i ezelî kitabından olan bir masnu, kendi nefsine kendi cirmi kadar ve bir vecihle delâlet eder, ama Nakkaş-ı Ezelîye pek çok vücuhla delâlet eder. Ve kendisine tecellî eden esmâdan uzun bir kasideyi inşâd eder. Kavâid-i mukarreredendir ki, “Mânâ-yı harfî, kastî hükümlere mahkûm-u aleyh olamaz. Ve o mânâ-yı harfînin inceliklerine tetkikat yapılamaz. Fakat mânâ-yı ismi, sâdık, kâzip her hükme mahal olur.” Bu sırra binaendir ki mânâ-yı ismîyle kâinata bakan felâsifenin kitaplarında kâinata âit hükümler, nefsülemirde örümceğin nescinden zayıf ise de, zahire göre daha muhkem görünüyor.

Ehl-i kelâm, felsefî meselelerde ve ulûm-u kevniyeye mânâ-yı harfiyle, istidlâl için tebeî bir nazar ile bakıyor. Hattâ şemsin sirac olması, arzın beşik, cibâlin evtad olması, ehl-i kelâmın müddealarını ispata kâfidir. Hattâ ehl-i kelâmın reyleri, hiss-i umumîye ve tearüf-ü âmme mutabık olduktan sonra, vakıa mutabık olmasa bile onların müddeâsına zarar vermez ve tekzibe de müstehak olmazlar. Bunun içindir ki, ehl-i kelâmın reyleri mesâil-i felsefiyede ednâ ve zayıf görünür. Amma mesâil-i İlâhiyede demirden daha metindir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Dördüncü Reşha / Sonraki Risale: Şulenin Zeyli
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âlem : dünya, kâinat
arz : dünya, yeryüzü
binaen : -dayanarak
cibâl : dağlar
cihet : yön, taraf
cirm : cisim, büyüklük
delâlet etmek : delil olmak, işaret etmek
ednâ : en basit, en aşağı
ehl-i kelâm : kelâmcılar, iman esaslarını dinî ve aklî deliller ışığında ele alıp ispata çalışan âlimler
esmâ : isimler
Esmâ-i Hüsnâ : Allah’ın en güzel isimleri
evtad : direkler
felâsife : felsefeciler
felsefî : felsefeyle ilgili
hiss-i umumîye : umumun hisleri, genelin duyguları
hüküm : karar
ibaret : meydana gelen, oluşan
inşâd etmek : şiir okumak
istidlâl : delil getirme, akıl yürütme
itibarla : bakımından
kâmil : mükemmel, noksansız
kaside : övgü şiiri
kastî hüküm : bir şeyin bizzat kendisi hakkında “bu doğrudur veya yalandır” şeklinde verilen hüküm; bilerek, birinci derecede karar konusu
kâtib : yazan, yazar
Kavâid-i mukarrere : yerleşmiş kaideler, kurallar
kâzip : yalan
kezâlik : bunun gibi, böylece
kudret-i ezelî : ezelî kudret; Allah’ın bütün zamanları kuşatan kudreti, güç ve iktidarı
mahal olma : yer, mekân olma
mahkûm-u aleyh : bizzat kendisi üzerine hüküm binâ edilen (yani bu kaideyi şöyle açıklayabiliriz
mânâ-yı harfî : harf gibi; bir şeyin kendisine değil de başkasına delâlet eden mânâ; birşeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bildirip tanıtan mânâsı
masnu : san’at eseri
meal : anlam
mesâil-i felsefiye : felsefe meseleleri
mesâil-i İlâhiye : İlâhi meseleler
metin : sağlam, kuvvetli
muhkem : sağlam
mutabık : uygun
müddeâ : iddia edilen şey
müstehak olmak : lâyık olmak, hak etmek
Nakkaş-ı Ezelî : Ezelî Nakkaş; ezelden beri herşeyi san’atlı bir şekilde işleyen ve nakışlarla süsleyen Allah
nazar : bakış, görüş
nefsülemir : gerçek, işin özü
nesc : dokuma, örme
rey : görüş, fikir, hüküm, oy
sâdık : doğru
Sâni : herşeyi san’atla yaratan Allah
sirac : kandil, lamba
şems : güneş
tavsif : vasıflandırma, niteleme
teârüf-ü âmme : umumun anlayacağı tarz, umumun bilgi ve idrak seviyesi
tebeî : dolaylı
tecellî : yansıma, görünme
tecelliyat : tecelliler, yansımalar
tekzib : yalanlama
tetkikat : araştırmalar, incelemeler
ulûm-u kevniye : kâinat ve dünya ile ilgili ilimler
vakıa : olay
vecih : yön, taraf
vücuh : vecihler, yönler
zahir : açık, görünen
zât : bir kimsenin kendisi
zira : çünkü
Yükleniyor...