Öyle ise, bu ziyafet-i âmme ve bu feyz-i âmmın bir kör kuvvetten neş’et etmesi ve bu eşyanın semeratı sel gibi akıp ittifakı ve tesadüfün eline havalesi muhaldir. Çünkü, o eşyanın intizamlı hakîmâne teşahhusatı ve şuurkârâne muhkem hususiyatı, kör tesadüf ve ittifakı reddediyor. Öyle de, o sofra-i rahmetteki ucuzluk ve kolaylık ve çokluk o eşyanın bir Cevad-ı Mutlakdan, bir Hakîm-i Mutlaktan, bir Kadîr-i Mutlakdan geldiğini gösteren şahitlerdir.

İ’lem ey esbâba müptelâ insan! Bil ki, sebebin halkı ve sebebiyetinin takdiri ve müsebbebin vücuduna lâzım olan şeylerle teçhizi, kudretine nisbetle zerreler ve şemsler müsâvi olan Zâtın “Kün” emriyle müsebbebi halk etmesinden daha kolay, daha ekmel, daha âlâ değildir.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Dünyada görülen bilhassa nebatî ve hayvanî hayatlarda müşahede edilen ademler, idamlar, tebeddül ve teceddüd-ü emsalden ibarettir. İmanlı olan kimselere göre zeval ve firakın acısı değil, yerlerine gelen emsalleriyle visalin lezzeti hasıl oluyor. Öyle ise, imana gel ki, elemden emin olasın. Kadere teslim ol ki, selâmette kalasın.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Asabiyet-i cahiliye, birbirine tesanüt edip yardım eden gaflet, dalâlet, riyâ ve zulmetten mürekkep bir mâcundur. Bunun için milliyetçiler, milliyeti mâbud ittihaz ediyorlar. Hamiyet-i İslâmiye ise, nur-u imandan in’ikâs edip dalgalanan bir ziyadır.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Hubâb / Sonraki Risale: Habbe
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adem : yokluk, hiçlik
âlâ : daha üstün
asabiyet-i cahiliye : cahiliye dönemi ırkçılığı
bilhassa : özellikle
Cevad-ı Mutlak : sınırsız cömertlik ve ikram sahibi Allah
dalâlet : hak yoldan sapkınlık, inançsızlık, inkâr
ekmel : daha mükemmel
elem : acı, keder, üzüntü
emin olma : güvende, güvenli olma
emsal : benzerler
esbâb : sebepler
eşya : varlıklar
feyz-i âmm : umumî, genel bolluk
firak : ayrılık
gaflet : umursamazlık, vurdumduymazlık; âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli
hakîmâne : bir maksat ve gayeye yönelik bir şekilde
Hakîm-i Mutlak : herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan sınırsız hikmet sahibi olan Allah
halk etmek : yaratmak
halk : yaratılma, yaratma
hamiyet-i İslâmiye : İslâmiyeti savunma, koruma gayret ve çabası
hasıl olmak : meydana gelmek
havale : bir işi başkasına bırakma, verme
hayvanî : hayvansal
hususiyat : hususî özellikler
i’lem eyyühe’l-aziz : “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir söz
i’lem : bil
idam : yok etme
in’ikâs etmek : yansımak
intizamlı : düzenli
ittifak : anlaşma, birlik
ittihaz etmek : edinmek, kabullenmek
kader : Allah’ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak herşeyi bilip takdir etmesi
Kadîr-i Mutlak : herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah
kudret : Cenâb-ı Hakkın sonsuz güç ve iktidarı
kün emri : Arapça “kün = كُنْ”, yani “Ol” emri
mâbud : ibadet edilen
mâcun : karışım, yoğrulmuş hamur
muhal : gerçekleşmesi imkânsız olan
muhkem : sağlam
müptelâ : bağımlı, düşkün
mürekkep : oluşmuş, birleşik
müsâvi : eşit, denk
müsebbeb : sonuç, sebebin ortaya çıkardığı netice
müşahede : gözleme, gözlemleme
nebatî : bitkisel
neş’et etme : kaynaklanma
nisbet : oran
nur-u iman : iman ışığı, aydınlığı
riyâ : gösteriş, başkalarına iyi görünme
sebebiyet : sebep olma
selâmet : tehlike ve sıkıntılardan uzak olma
semerat : meyveler, neticeler
sofra-i rahmet : rahmet sofrası
şahit : delil, tanık
şems : güneş
şuurkârâne : şuurlu bir şekilde, bilerek ve anlayarak
takdir : belirleme
tebeddül(-ü emsal) : bir benzerinin yerini alma
teceddüd-ü emsal : benzerleriyle yenilenme
teçhiz : cihazlanma, donanım
tesadüf : rastlantı
tesanüt etme : dayanma, dayanışma
teşahhusat : şahsiyet ve hüviyetini gösteren ayırdedici özelliklere kavuşmalar
visal : kavuşma
vücud : varlık
Zât : Allah’ın Kendisi
zerre : en küçük madde parçası, atom
zeval : yokluk
ziya : ışık
zulmet : karanlık
Yükleniyor...