İkinci nokta: Kıyas-ı mürekkeb ve müteşa’ab sırrıyla metalib tenasül edip teselsül etmektir. Güya mütekellim o metalibin beka ve tenasülünün bir tarih-i tabiîsine işaret eder. Meselâ, âlem güzeldir. Demek Sânii, Hakîmdir; abes yaratmaz, israf etmez, istidâdâtı mühmel bırakmaz. Demek, intizamı daima tekmil edecek. Ciğer-şikâf ve tahammülsûz ve emel öldürücü bütün kemâlâtı zîr-ü zeber eden hicran-ı ebedî olan ademi, insana musallat etmez. Demek, saâdet-i ebediye olacaktır. Üçüncü Makalenin İkinci Şehadetinin Mukaddemesinde nübüvvet-i mutlakanın mebhasinde, insanın hayvandan üçüncü cihet-i farkı, buna iyi bir misaldir.

Üçüncü nokta: Netice-i vahideyi tenâtüc eden usul-ü müteaddideyi cem ve zikretmektir. Zira herbir aslın yüksek neticeyle kasten ve bizzat irtibatı olmazsa, lâakal bir derece ihtizaza ve inkişafa getirir. Güya usûl denilen mezâhir ve âyinelerin ihtilâfıyla ve netice ve mütecellînin vahdetiyle maksadın tecerrüdüne ve ulviyetine ve hayat-ı âlem denilen deveran-ı umumî tesmiye olunan hayat-ı külliye ile yad edilen hakikatiyle kelâmın kuvve-i hayatiyesinin ittisaline işarettir. Üçüncü Makalenin âhirindeki Üçüncü Maksatta olan Birinci Maksat buna bir derece misaldir. Hem de Üçüncü Makalede Dördüncü Mesele ve meslekten olan işaret ve irşad ve tenbih ve muhakeme buna misaldir.

فَانْظُرْ اِلٰى كَلاَمِ الرَّحْمٰنِ الَّذِى عَلَّمَ الْقُرْاٰنُ فَبِاَىِّ اٰياَتِ رَبِّكَ لاَ تَتَجَلَّى هٰذِهِ الْحَقِيقَةُ فَوَيْلٌ حِينَئِذٍ لِلظَّاهِرِيِّـينَ الَّذِينَ يَحْمِلُونَ مَالاَ يَفْهَمُونَ عَلَى التَّكْرَارِ 1
Evet, Rabb-i İzzetin kelâmına dikkat edilse bu hakikat her yerde nur gibi parlar. Evet, nur gibi köşelerinde ve mekatı’larında ictimâ edip zülâl-i belâgat fışkırıyor. Nefrin o zahirperestlere ki, bu hakikatten gaflet edip tekrara hamlediyorlar!

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Kur’ân’ı öğreten Rahmân’ın kelâmına bir bak: Rabbinin âyetlerinden hangi biri var ki, bu hakikat onda tecellî etmesin? Yazıklar olsun o zahirperestlere ki, anlamadıkları şeyi tekrara hamlederler.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

abes : anlamsız, boş, faydasız
adem : hiçlik, yokluk
âhir : en son
beka : devamlılık, kalıcılık
cem : toplama, birleştirme
ciğer-şikâf : ciğer yaralayan
cihet-i fark : farklı yön, taraf
deveran-ı umumî : genel dönüş, akış; birinin diğerine sebep zannedilecek biçimde iki şeyin devamlı bir şekilde var ve yok sanılması
emel : arzu, istek
Hakîm : herşeyi hikmetle, belli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
hayat-ı âlem : kâinatın hayatı
hayat-ı külliye : küllî hayat; bütün fertleri içine alan kapsamlı hayat
hicran-ı ebedî : sonsuz ayrılık acısı
ihtilâf : farklılaşma, birbirine uymama
ihtizaz : sarsmak, harekete geçirmek, titretmek
inkişaf : açılma, meydana çıkma, zâhir ve âşikar olma
intizam : disiplin, düzen
irşad : doğru yol gösterme
istidâdât : kabiliyetler, yetenekler
ittisal : bağlanma; bağlantı, ilişki
kelâm : ifade, söz
kelâm-ı âlî : yüce, yüksek söz, ifade
kemâlât : faziletler, iyilikler, ahlâk ve huy güzellikleri
kıyas-ı mürekkeb ve müteşa’ab : ikiden fazla mukaddemden (öncül) meydana gelen kıyas
kuvve-i hayatiyesi : hayatî gücü
lâakal : en azından
metalib : talep olunan, istenen şeyler, istekler, arzular
mezâhir : aynalar; bir şeyin göründüğü yerler
muhakeme : değerlendirme, tartma
mukaddeme : başlangıç
musallat etme : sataştırma, iliştirme
mühmel bırakmak : ihmal etmek
mütecellî : tecelli eden, görünen yansıyan
mütekellim : konuşan
netice-i vahide : tek bir netice
nübüvvet-i mutlakanın mebhasi : mutlak peygamberlik; peygamberliğin insanlık için zorunluluğunu ispat eden bölüm
saâdet-i ebediye : ebedî saadet; sonsuz mutluluk
Sâni : herşeyi mükemmel bir san’atla yaratan Allah
şehadet : şahitlik etme (burada kastedilen “Ve eşhedü enne Muhammeden Resûllah” cümlesidir)
tarih-i tabiî : tabii bir tarih; yaratılış, oluş tarihi
tecerrüd : yalnız olma, tek kalma
tekmil : tamamlama, mükemmelleştirme
tenasül : üreme
tenâtüc : neticelendirme
tenbih : ikaz, uyarı
teselsül : zincirleme devam etme, ard arda gelme
tesmiye : isimlendirme
ulviyet : yücelik, ulvîlik
usûl : esas, kural
usul-ü müteaddide : çeşitli metodlar, yöntemler
vahdet : birlik
yad edilme : anılma
zikretmek : anmak, belirtmek
zîr-ü zeber : altüst, karmakarışık, darmadağın
belâgat : sözün düzgün ve kusursuz şekilde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
cesîm : büyük
çendan : gerçi, her ne kadar
dimağ : beyin
esalib : üsluplar, ifade tarzları
farazâ : sözün gelişi, söz gelişi, farz edelim ki
hariciyat : dış dünyadaki şeyler, gerçekler
hissiyat : duygular, hisler
îcâz : özlü söz söyleme; meramı en kısa ifadeyle anlatma
icmal : özetleme
in’ikâs : yansıma, aksetme
istilhak (etsin) : kendine almaya, kendine katmaya çalışsın
iştibak : karışıklık; birbirine geçme
itizar : kusurunu bilerek özür beyan etme, kusurunu beyan edip af dileme
kavânin : kanunlar
keennehu : sanki odur, hemen hemen odur
kelâm : ifade, söz
kütüb-ü sâlise : üçüncü kitap, üçüncü makale (Muhâkemât’ın üçüncü makalesi)
maâni-i müteselsile : zincirleme, peş peşe gelen mânâlar
mesîl-i garaz : hedefin, maksadın mecrası, akıntı yatağı
mezc etmek : kaynaştırmak, bütünleştirmek
muğlâk : kapalı, zor anlaşılır
muhâkî : benzer
mukaddeme : başlangıç
müstekar : varılıp durulan yer, karargâh, son menzil
müşakil etmek : şeklen benzetmek
müşevveş : dağınık, karışık, düzensiz
müteanika : birbirinin boynuna sarılmış
mütenasika : bir düzen içinde, tertipli; birbirine uygun, insicamlı
mütenevvia : çeşit çeşit
müteşa’ib : budaklara, kollara ayrılmış
müteşâbike : ağ gibi, birbiri içinde ve birbiriyle beraber
nesep : soy, şecere
nizamsız : düzensiz
san’at-ı hayaliye : hayal san’atı
sedad : sapmadan ilerleme
selaset : sözün akıcılığı, ifadedeki ahenk, kolaylık ve akıcılık s)
semerat : meyveler, neticeler
şakirtlik : talebelik, öğrencilik
şe’n : hâl, özellik, nitelik
şecere : ağaç
şecere-i hakikat : hakikat ağacı
tafralık : kendini olduğundan değerli gösterme, yüksekten atma
tağyir etme : başka bir şeyle değiştirme
tasavvurat : tasarılar, düşünceler, hayaller
tasvir etme : anlatma, ifade etme, şeklini çizme
tecellî etme : belirme, görünme
tecessüm : cisimleşme, cisim hâlinde belirme
tederrüc : derece derece ilerleme, derecelenme
temaşa etmek : bakma, seyretme
temessül : görünme, belirme
temeyyüz : seçkin olma, benzerlerinden farklı ve üstün olma
tersim etme : resimleme
tevakki : çekinme, sakınma, korunma
urûk : kökler, damarlar
veled : çocuk, evlad
ahkâm : hükümler, esaslar
belâgat : sözün düzgün, kusursuz şekilde hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
binaen : bu sebepten, buna dayanarak
cem : toplama, bir araya gelme
darb-ı mesel : meşhur söz, atasözü
delâlet etmek : delil olmak, işaret etmek
fenn-i beyân : belâgat ilminin bir dalı (teşbih, istiâre, mecaz, kinâye gibi konularından bahseder) (beyan ilmi)
fer’ : şube, kol, dal
fürû : dallar, kollar
gaflet etme : farkına varmama; önemsememe
garaz : gaye, hedef, maksat
haml etme : yükleme
hasılat : herhangi bir işten elde edilen şeyler, gelir, kazanç, kâr
hâsiyet : özellik, hususiyet
hüsn-ü istimâl etme : güzel ve yerinde kullanma
ictimâ : toplanma, bir araya gelme
ifrağ etmek : bir şekil ve keyfiyete sokmak
ilm-i beyan : beyan ilmi (belâgat ilminin, hakikat, teşbih, istiâre, mecaz, kinâye kısımlarından bahseden bir bölümü)
istidad vermek : yetenekli kılmak, filiz verecek tohumlar hâline getirmek,
kelâm : söz
kesret : çokluk
kıssa : ibretli hikâye
kıssa-i Mûsâ : Hz. Mûsâ’nın (a.s.) hikâyesi
kuvve-i nâmiye : büyüme, gelişme kuvveti
maânî : mânâlar, anlamlar
mahşer : toplanma yeri
me’haz : kaynak; bir şeyin çıkarıldığı, alındığı yer
mehasin : güzellikler
mekatı’ : makta’lar; sözlerin sonları
mezaya : meziyetler, üstün özellikler
mutazammın : içine alan, kapsayan
muvazenet etme : dengeye getirme dengeleme
nâfi : faydalı, yararlı
nefrin : nefretler, lânetler; beddua
Rabb-i İzzet : izzet, şeref sahibi Cenâb-ı Hak
sâhir : büyüleyici, etkileyici
secde ber zemin-i hayret ve muhabbet etmek : hayranlık ve muhabbet zemininde secde etmek
seherâ : sihirbazlar (söz san’atının ustaları)
suver-i müteaddidede : bir çok şekillerde
tayin etmek : atamak, bir vazife için görevlendirmek
tazammun : içine alma, içerme
telvih : ince işaret; kinaye şeklinde açıklama; asıl mânâ ile kinaye yoluyla kastedilen mânâ arasındaki vasıtaların çok olduğu kinaye türü
vech : yüz
vücuh : vecihler, yönler
vücuh-u muhtelife : çeşitli yönler, yüzler
yed-i beyzâ : beyaz, parlak el [Hz. Mûsâ’nın (a.s.) bir mu’cizesine telmih var; Hz. Mûsâ’nın eli mu’cize olarak nur saçardı]
yed-i beyza-i mu’cizü’l-beyanıyla : Hz. Mûsâ’nın (a.s.) beyaz eline benzeyen mu’cizeli açıklamasıyla
zahirperest : dış görünüşe ehemmiyet veren, hakikati görmeyen
zülâl-i belâgat : tatlı su gibi olan belâgat
Yükleniyor...