Birinci Maksat

Cemi’ zerrat-ı kâinat, birer birer zât ve sıfât ve sair vücuh ile gayr-ı mahdude olan imkânat mabeyninde mütereddit iken, bir ciheti takip, hayretbahşâ mesâlihi intâc etmekle Sâniin vücûb-u vücûduna şehadetle, avalim-i gaybiyenin enmuzeci olan lâtife-i Rabbaniyeden ilân-ı Sâni eden itikadın misbahını ışıklandırıyorlar.

Evet, herbir zerre kendi başıyla Sânii ilân ettiği gibi, tesâvir-i mütedahileye benzeyen mürekkebat-ı müteşabike-i mütesâide-i kâinatın herbir makam ve herbir nispetinde herbir zerre muvazene-i cereyan-ı umumîyi muhafaza ve her nisbette ayrı ayrı mesalihi intâc ettiklerinden, Sâniin kast ve hikmetini izhar ve kırâet ettikleri için, Sâniin delâili, zerrattan kat kat ziyadedir.

Eğer desen: Neden herkes aklıyla görmüyor?

Elcevap: Kemâl-i zuhurundan... Evet, şiddet-i zuhurdan görünmemek derecesine gelenler vardır: cirm-i şems gibi.

تَاَمَّلْ سُطُورَ الْكَائِنَاتِ فَاِنَّهَا مِنَ الْمَـَلإِ اْلاَعْلٰى اِلَيْكَ رَسَۤائِلُ
Yani, eb’âd-ı vâsia-i âlemin sahifesinde Nakkaş-ı Ezelînin yazdığı silsile-i hâdisatın satırlarına hikmet nazarıyla bak ve fikr-i hakikatle sarıl. Tâ ki mele-i âlâdan gelen selâsil-i resâil, seni âlâ-yı illiyyîn-i yakîne çıkarsın.

İşaret
Kalbinde nokta-i istimdat, nokta-i istinatla vicdan-ı beşer Sânii unutmamaktadır. Eğer çendan dimağ tâtil-i eşgâl etse de, vicdan edemez. İki vazife-i mühimmeyle meşguldür. Şöyle ki: Vicdana müracaat olunsa–kalb, bedenin aktarına neşr-i hayat ettiği gibi, kalb gibi–kalbdeki ukde-i hayatiye olan mârifet-i Sâni dahi, ceset gibi istidadât-ı gayr-ı mahdude-i insaniyeyle mütenasip olan âmâl ve müyul-ü müteşaibeye neşr-i hayat eder; lezzeti içine atar ve kıymet verir ve bast ve temdid eder. İşte nokta-i istimdat...
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

aktar : kuturlar, çaplar; her taraf
âlâ-yı illiyyîn-i yakîn : şüphesizlik derecesinin en yükseği, doruğu
âmâl : emeller, arzular
cirm-i şems : güneşin temel yapısı
çendan : gerçi, her ne kadar
delâil : deliller, işaretler
dimağ : akıl, beyin
arzu-yu hilâf : muhalefet etme, karşı koyma arzusu
asl : temel
avalim-i gaybiye : gayb alemleri, görünmeyen dünyalar
bervech-i âtî : gelecek tarz üzere, aşağıda olduğu gibi
binaenaleyh : bundan dolayı
cemî : bütün
cihet : yön
cüz’ : kısım, parça
cüz’iyet : bireysellik, sınırlı oluş
emir : durum, özellik
enmuzec : örnek, model
evham : asılsız vehimler ve kuruntular
gayr-ı mahdude : sınırsız
gayr-ı mütenahi : sonu olmayan, nihayetsiz
hakikat : asıl, esas, doğru, gerçek
hayretbahşâ : hayret verici
huzur-u kalb : kalb huzuru, gönül rahatlığı
iğlâk : kapalılık
iltizam-ı muhalif : karşı tarafın fikrine taraftar olma
imkânat : imkânlar, ihtimaller, olasılıklar
intâc etme : netice verme, sonuç verme
ircâ : döndürme, yönlendirme
kelâm : ifade, söz
keşf : gizli bir şeyin ortaya çıkartılması
kuvve-i vâhime : vehim ve hayal gücü
mabeyn : iki veya daha fazla şeyin arasında
mahdut : sınırlı, sınırlanmış
mârifetullah : Allah’ı bilme ve tanıma
mâzur : mazeretli, özürlü
meâyip : noksanlıklar, ayıplar, kusurlar
mecmu : bütün, genel
mercû : rica olunan
mesâlih : maslahatlar, faydalar
muhakeme : hüküm vermek için delilleri inceleme; yargılama
mukaddeme : giriş, başlangıç
muvazene : karşılaştırma, iki şeyin birbirine denk olup olmadığını anlamak maksadıyla ölçme
müraat etme : riayet etme, uygun hareket etme
mütereddit : kararsız, şüpheye düşmüş
nazar : bakış, dikkat
sair : diğer, başka
Sâni : herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah
setretmek : örtmek, gizlemek
sıfât : nitelikler, özellikler
şehadet : şahitlik, tanıklık
taharrî etme : araştırma
taraftar-ı nefis : nefse taraftar olma
tarik : yol, usûl
tasallut : musallat olma, ilişme
tecellî etme : belirme, görünme
tecrit : soyutlama, yalnız başına bırakma
tenbih : ikaz, uyarı
tereddüd : şüphe
vücûb-u vücûd : varlığı zorunlu olan, yok olması düşünülemeyen, var olmak için hiç bir sebebe muhtaç olmayan varlık; Allah
vücuh : taraflar, yönler
zerrât-ı kâinat : kâinattaki zerreler, atomlar
eb’âd-ı vâsia-i âlem : kâinatın geniş boyutları
fikr-i hakikat : hakikat düşüncesi
hikmet : Allah’ın herşeyi bir gayeye yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatı
ilân-ı Sâni : herşeyi san’atla ve mükemmel bir biçimde yaratan Allah’ın varlığının îlânı, duyurulması
intaç etmek : sonuç vermek
istidadât-ı gayr-ı mahdude-i insaniye : insanın sınırsız istidat ve potansiyel yetenekleri
itikad : inanç
izhar : açığa çıkarma, gösterme
kast : amaç, hedef
kemâl-i zuhur : bir şeyin eşsiz mükemmellikte ortaya çıkması, belirmesi
kıraat : okuma
lâtife-i Rabbâniye : insanın kalbine bağlı ve bütün duygularının sultanı olan ince bir duygu, İlâhî hakikatleri hisseden duygu
makam : konum
mârifet-i Sâni : herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah’ı tanıma ve bilme
mele-i âlâ : en yüce meclis, topluluk; melekler âlemi
mesalih : maslahatlar, faydalar
misbah : lâmba, kandil
muhafaza : koruma
muvazene-i cereyan-ı umumî : genel gidişat ve hareketin dengesi
müracaat : başvurma
mürekkebat-ı müteşabike-i mütesâide-i kâinat : en küçük varlıktan kâinata kadar birbirine bağlı olan birleşik ve bileşikler
mütenasip : uyumlu
müyul-ü müteşaibe : birçok dallara ayrılmış meyiller, arzular
Nakkaş-ı Ezelî : Ezelî nakkaş; herşeyi çok özel olarak nakış nakış işleyen ve varlığı ezelî olan Allah
nazar : bakma, bakış; düşünme
neşr-i hayat : hayat yayma, canlı, diri tutma
nisbet : oran
nokta-i istimdad : medet, yardım alma noktası
nokta-i istinad : dayanak noktası
Sâni : herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah
selâsil-i resâil : mektuplar silsilesi; İlâhî mesajlar
silsile-i hâdisat : meydana gelen olaylar zinciri
şiddet-i zuhur : belirmenin, âşikâr olmanın şiddeti
tâtil-i eşgal : çalışmayı durdurma, görevini yapmama
tesâvir-i mütedahile : iç içe geçmiş tasvirler, görüntüler
ukde-i hayatiye : hayat düğümü, canlılığı, diriliği sağlayan öz
vazife-i mühimme : önemli vazife
vicdan-ı beşer : insan vicdanı
zerrat : zerreler, atomlar
zerre : atom
ziyade : fazla
Yükleniyor...