Vehim ve tenbih
İnsanın zihni ve lisanı ve sem’i, cüz’î ve teâkubî oldukları gibi, fikri ve himmeti dahi cüz’îdir. Ve teâkub tarikiyle yalnız bir şeye taallûk eder ve meşgul kalır. Hem de insanın kıymet ve mahiyeti, himmeti nispetindedir. Himmetin derecesi ise, maksat ve iştigal ettiği şeyin nispetindedir. Hem de insan teveccüh ve kastettiği şeyde, güya fena fi’l-maksat oluyor. İşte şu noktaya binaen, hasis bir emir veya pek cüz’î bir şey, büyük bir adama isnat olunmaz. Zira tenezzül etmez. Ve himmetini o küçük şeye sığıştıramaz. Himmeti ağır, o şey gayet hafif olduğundan, güya muvazenet bozulur.

Hem de insan hangi şeye temaşa ederse, elbette mekayisini ve esaslarını kendi nefsinde arayacaktır. Eğer bulmazsa, etrafında ve ebnâ-yı cinsinde arayacaktır. Hattâ, hiçbir cihetten mümkünata benzemeyen Vâcibü’l-Vücudu tefekkür etse, yine kuvve-i vahimesi şu vehm-i seyyii düstur ve dürbün yapmak istiyor. Halbuki, Sâni-i Zülcelâl, şu nokta-i nazarda temaşa edilmez. Kudretine inhisar yoktur. Ziya-yı şems gibi, kudret ve ilim ve iradesi şâmile ve âmmedir; münhasır olmaz, muvazeneye gelmez. En büyük şeye taallûk ettiği gibi, en küçük ve en hasis şeye dahi taallûk eder. Mikyas-ı azameti ve mizan-ı kemâli, mecmu-u âsârıdır; herbir cüz’ü mikyas olamaz.

İşte, Vâcibü’l-Vücudu mümkinata kıyas etmek, kıyas-ı maalfârıktır. Mezbur vehm-i bâtıl ile muhakeme etmek hatâ-yı mahzdır. İşte şu hatâ-i bîedebâne ve şu vehm-i bâtılın netice-i seyyiesidir ki: Tabiiyyun, esbabı müessir-i hakikî olduklarına; ve Mutezile, hayvanları ef’âl-i ihtiyariyelerine hâlık olduklarına; ve hükema, cüz’iyatta ilm-i İlâhînin nefyine; ve mecusîler, halk-ı şer başkasının eseri olduğuna itikad ettiler. Güya onlarca Sâni o kadar azametiyle beraber, nasıl şöyle umur-u hasisiye ve cüz’iyeye tenezzül edip iştigal etsin? Yuf onların akıllarına ki, şöyle bir vehm-i bâtılın hükmüne esir oldular. Ey birader, şu vehim itikad tarikiyle olmazsa da, vesvese cihetiyle bazan mü’minlere musallat oluyor.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âmme : genel, umumi
binaen : –dayanarak, dolayı
cüz’î : bireysel, ferdî
dürbin : dürbün; uzağı göstermeye yarayan âlet
düstur : kural, prensip
ebnâ-yı cins : aynı türden olanlar
ef’âl-i ihtiyariye : iradeyle yapılan davranışlar, fiiller
emir : iş, husus
abd : kul
adem-i sırf : tam bir yokluk
âsâr : eserler, varlıklar
âsâr-ı İlâhiye : Allah’ın eserleri
azamet : büyüklük, yücelik
birader : kardeş
canib : taraf, yön
cihet : yön
cüz’iyat : küçük ve ferdî şeyler
delil-i ihtirâî : varetme delili
elhasıl : kısaca, özetle
halk-ı şer : kötülüğün yaratılması
hayret-efza : hayret veren, şaşkına çeviren
hükema : filozoflar, felsefeciler
hükm-ü aklî : akıl yoluyla verilen hüküm
i’tâ-i vücud : vücut verme, var etme
ibâd : kullar
ibdâ-ı İlâhî : Allah'ın örneksiz olarak, eşsiz şekilde yaratması
icad : var etme, vücuda getirme
icad-ı sırf : tam anlamıyla icad, yoktan var etme
idam-ı mahz : tam anlamıyla yok etme
idam-ı mevcud : var olanların yok edilmesi
ilm-i İlâhî : Allah’ın herşeyi kuşatan sınırsız ilmi
imate : öldürme, yok etme
istiğrab : garip görme
istis’âb : zor sayma
iştigal etme : meşgul olma
itikad etme : inanma, iman etme
kıyas-ı hâdi’ : (mantık) aldatıcı kıyas
kisb : çalışma, elde etme
kudret : güç ve iktidar
kudret-i Sâni : herşeyi san’atla yaratan güç ve kudret sahibi Allah
Mecusî : ateşperest, ateşe tapan
musallat olma : sataşmak, ilişme
mümkinat : varlığı da yokluğu da eşit olan ve varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olan şeyler
müsbet : ispatlanan
müşahedat : gözlem yapmalar
nefy : kabul etmeme, reddetme
neş’et etme : doğma, meydana gelme
netice-i vahîme : dehşet verici netice, vahim sonuç
refik : arkadaş, yoldaş, yardımcı
Sâni : herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah
tarik : yol
tasavvur etme : düşünme, hayal etme
temaşa : bakmak, seyretmek
umur-u hasise ve cüz’iye : değersiz ve küçük, ferdî şeyler, işler
umur-u itibariye ve terkibiye : gerçekte olmadığı halde var sayılan ve biraraya getirmeye dayanan işler
umur-u itibariye : itibarî işler; gerçekte olmadığı halde varlığı tasavvur edilen, varsayılan şeyler
üssü’l-esas : temel esas, temelin temeli
vehim : olmayan şeyi varmış gibi kabul etme, var sayma
vehm-i bâtıl : hakikate ters düşen ve uymayan vehim
vesvese : kuruntu, şüphe
vücud : varlık, var oluş
vücud-u mahz : tam bir varlık
zerre : atom, en küçük madde parçası
esbab : sebebler
fena fi’l-maksat : maksadında fâni olma; bütün kalbiyle maksadına yönelme
hâlık : yaratıcı, yaratan
hasis : değersiz, sıradan, küçük
hatâ-i bîedebâne : edebe aykırı bir şekilde işlenilen hatâ
hatâ-yı mahz : tam anlamıyla hatâ
hayvan : canlı şey, insanla beraber her canlı
himmet : gayret, çalışma, bir ideal uğrunda gayret etme
inhisar : sınırlandırma, kayıt altına alma
irade : dileme, istek, seçim yapma gücü
isnat olunma : dayandırılma
iştigal etme : meşgul olma, uğraşma
kıyas-ı maalfârık : birbirine benzemeyen şeyler arasında yapılan geçersiz kıyas
kudret : güç ve iktidar
kuvve-i vahime : olmayan şeyleri varmış gibi gösteren güç
lisan : dil
mahiyet : temel yapı, kimlik
mecmu-u âsâr : eserlerin tamamı
mekayis : ölçüler
mezbur : adı anılan, bahsi geçen
mikyas : ölçü âleti
mikyas-ı azamet : büyüklük ölçüsü
mizan-ı kemâl : mükemmellik ölçüsü
muhakeme : hüküm vermeye çalışma, yargılama
muvazenet : denge
müessir-i hakikî : gerçek tesir sahibi
mümkinât : varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olan şeyler, kâinat
münhasır : sınırlanma
müvazene : karşılıklı dengeye getirme
nefs : kişinin kendisi
netice-i seyyie : kötü netice
nisbetinde : ölçüsünde
nokta-i nazar : bakış açısı
Sâni-i Zülcelâl : sonsuz yücelik ve haşmet sahibi olan ve herşeyi san’atla yaratan Allah
sem’ : işitme duyusu
şâmile : çevreleyen, kuşatan
taallûk etme : bağlantılı olma
tabiiyyun : tabiatçılar, herşeyi tabiatın yaptığını, yarattığını idda edenler
tarik : yol
teâkubî : arka arkaya gelme, sırayla birbirini takip etme şeklinde
tefekkür etme : deliller ışığında zihni çalıştırma, düşünme
temaşa etme : seyretme, gözlem yapma
tenbih : ikaz, uyarı
tenezzül etme : seviyesine inme, alçalma
teveccüh : yönelme
Vâcibü’l-Vücud : varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
vehim : zan, şüphe, kuruntu
vehm-i bâtıl : bâtıl ve gerçeğe uymayan vehim
vehm-i seyyi' : kötü ve çirkin vehim
ziya-yı şems : güneş ışığı
Yükleniyor...