Hem de nazar-ı dikkate almak lâzımdır ki: Kim bir şeyde çok tevaggul etse, galiben başkasında gabîleşmesine sebebiyet verir. Bu sırra binaendir ki, maddiyatta tevaggul eden, mâneviyatta gabileşir ve sathî olur. Bu noktaya nazaran, maddiyatta mahareti olanın mâneviyatta hükmü hüccet olmasına sebep olmadığı gibi, çok defa sözü dahi şâyân-ı istimâ değildir. Evet, bir hasta, tıbbı hendeseye kıyas ederek, tabibe bedelen mühendise müracaat edip gösterdiği ilâcı istimal ederse, akrabasına tâziye vermeye dâvet ve kendisi için kabristan-ı fenanın hastahanesine nakl-i mekân etmek için bir raporu istemek demektir. Kezalik, hakaik-i mahzâ ve mücerredât-ı sırfeden olan mâneviyatta, maddiyûnun hükümlerine müracaat ve fikirleriyle istişare etmek, âdetâ lâtife-i Rabbaniye denilen kalbin sektesini ve cevher-i nurânî olan aklın sekeratını ilân etmek demektir. Evet, herşeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise mâneviyatı göremez.

Üçüncü Mukaddeme


İsrâiliyatın bir taifesi ve hikmet-i Yunaniyenin bir kısmı, daire-i İslâmiyete duhul etmeleriyle, din süsüyle görünerek, efkârı ihtilâle verdiler. Şöyle ki:

O necip kavm-i Arap, zaman-ı cahiliyette bir ümmet-i ümmiye idi. Vakta ki içlerinden hak tecellî edip istidad-ı hissiyatları uyandı da, meydanda yol açan din-i mübîni gördüklerinden, umum rağabat ve meyilleri, yalnız dinin mârifetine inhisar eylediler. Fakat kâinata olan nazarları teşrihat-ı hikemiye nazarıyla değil, belki istitraden, yalnız istidlâl için idi.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âdetâ : sanki, tıpkı
bedelen : karşılık olarak
binaen : –dayanarak, dolayı
cevher-i nurânî : nurlu cevher, öz
daire-i İslâmiyet : İslâmiyet dairesi
din-i mübîn : hak ve hakikatı açıklayan din, İslâm
duhul etme : dahil olma, girme
efkâr : fikirler, düşünceler
gabîleşmek : yabancılaşmak, âdeta körleşmek
galiben : çoğunlukla
hak : doğru, gerçek
hakaik-i mahzâ : doğru ve gerçeklerin ta kendisi; içine özünü bozabilecek herhangi bir şey karışmamış olan hakikatler
hendese : mühendislik
hikmet-i Yunaniye : Yunan felsefesi
hüccet : delil, kanıt
ihtilâle verme : karıştırma, istikrarı bozma
inhisar eylemek : bir şeyleri sınırlandırmak, bir şeye mahsus kılmak
İsrâiliyat : İsrailoğulları’na ait bilgiler; daha çok Yahudiler’e ait kitaplardan nakledilen, Kur’ân ve hadisin gerçeklerine uymayan, hurafelerle karışık hikâyeler
istidad-ı hissiyat : duyguların yeteneği, filizlenmeye müsait olan duygular
istimal etmek : kullanmak
istişare etmek : fikir sormak, danışmak
kabristan-ı fena : fânîlik, ölüm kabristanı
kavm-i Arap : Arap kavmi, milleti
kezalik : böylece, bunun gibi
lâtife-i Rabbaniye : insanın kalbine bağlı ve bütün duygularının sultanı olan ince bir duygu; İlâhî hakikatlerin hissedildiği duygu
maddiyat : maddî şeyler
maddiyûn : materyalistler, herşeyi madde ile açıklamaya çalışanlar
maharet : beceri, hüner
mâneviyat : mânevî âleme ait olan şeyler, soyut gerçekler; fazilet ve ahlâk
mârifet : bilme ve tanıma
meyil : arzu, istek, eğilim
mukaddeme : başlangıç, giriş, giriş bölümü
mücerredat-ı sırfe : tam anlamıyla mücerret, soyut olan şeyler, en mücerred; (mücerred
nakl-i mekân : yer değiştirme
nazar : bakış, dikkat
nazar-ı dikkat : dikkate almak, dikkatle bakmak
necip : soylu, soyu temiz, asil
rağabat : rağbetler, gösterilen ilgiler
sathî : sığ, yüzeysel
sebebiyet vermek : sebep olmak
sekerat : can çekişme anı
sekte : durma
şâyân-ı istimâ : dinlemeye lâyık, dinlemeye değer
tabib : doktor
taife : grup, topluluk
tâziye vermek : baş sağlığı dilemek
tecellî etmek : görünmek, yansımak
teşrihat-ı hikemiye : hikmet ve felsefe nazarıyla yapılan araştırma ve incelemeler
tevaggul : bir şeyle çok meşgul olmak, kendini bir şeye tamamen vermek
umum : bütün
ümmet-i ümmiye : okur-yazar olmayan toplum, halk
vakta ki : ne vakit ki, ne zaman ki
zaman-ı cahiliyet : cahiliyet dönemi; İslâmiyet öncesi cahillik dönemi
Yükleniyor...