Çünkü gördüler ki, Kur’ân mâkul ve menkule müştemildir. Hadis de öyle... Sonra kitap ve sünnetin bazı nakliyat-ı sâdıkalarıyla ve bazı muharref İsrailiyatın ortasında bir mutabakat ve münasebet istinbat ettiler. Hem de hakikî olan akliyatları ile mevhum ve mümevveh olan şu hikmet arasında bir müşabehet ve muvafakat tevehhüm eylediklerinden, şu mutabakat ve müşabeheti kitap ve sünnetin mânâlarına tefsir ve maksatlarına beyan zannedip hükmeylediler.

Kellâ, sümme kellâ! Zira Kitab-ı Mu’cizü’l-Beyânın misdakı, i’câzıdır. Müfessiri eczasıdır. Mânâsı içindedir. Sadefi de dürrdür, meder değildir. Faraza, bu mutabakatı izhar etmekten maksat, o şahid-i sadıkın tezkiyesi için olsa da, yine abestir. Zira Kur’ân-ı Mübîn, ona mekalid-i inkıyadı teslim eden öyle akıl ve naklin tezkiyelerinden pek yüksek ve ganîdir. Çünkü o, onları tezkiye etmezse, şehadetleri mesmû olamaz. Evet, Süreyya’yı serâda değil, semada aramak gerektir. Kur’ân’ın mâanîsini de esdafında ara. Yoksa, karma karışık olan senin cebinden arama; zira bulamıyorsun. Bulsan da, sikke-i belâgat olmadığından, Kur’ân kabul etmez.

Zira mukarrerdir: Asıl mânâ odur ki, elfaz onu sımahta boşalttığı gibi, zihne nüfuz ederek vicdan dahi teşerrüb etmekle, ezâhîr-i efkârı feyizyâb eden şeydir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

abes : anlamsız, boş
akliyat : akılla bilinen şeyler, akıl ile araştrılıp bulunabilen hususlar
beyan : açıklama, anlatım
dürr : inci tanesi
ecza : bölümler, kısımlar
elfaz : lâfızlar, sözler
esdaf : sadefler; inci kabukları; inci gibi büyük mânâları içinde taşıyan kabuklar
ezâhîr-i efkâr : fikir çiçekleri
faraza : varsayalım ki
feyizyâb : feyiz bulan, gelişen, çoğalan
ganî : ihtiyaç duymayan; zengin, varlıklı
hadis : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hakikî : asıl, gerçek, doğru
hikmet : felsefe (Yunan felsefesi)
hikmet-i mezbure : yukarıda bahsi geçen felsefe; Yunan felsefesi
i’câz : mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülük
İsrailiyat : Yahudi ve Hıristiyanların inanç, ahlâk, tarih ve efsaneye dayalı kültüründen İslâma karışmış olan şeyler; daha çok Yahudi kitaplardan nakledilen, Kur’ân ve hadisin getirmiş olduğu ölçülere uymayan hurafelerle karışık bir kısım hikâye ve haberler
istinbat etmek : bir söz veya bir işten gizli bir mânâ ve hüküm çıkarmak, içtihad etmek
izhar etmek : açıklamak, göstermek
kellâ, sümme kellâ! : asla, asla öyle değil!
Kitab-ı Mu’cizü’l-Beyân : açıklamalarıyla benzerini yapmaktan akılları aciz bırakan, şan ve şerefi yüce olan kitap; Kur’ân-ı Kerim
kitap : Kur’ân-ı Kerim
Kur’ân-ı Mübîn : hak ve hakikati açıklayan ve sözleri açık olan Kur’ân
mâanî : mânâlar, anlamlar
mâkul : akla ve mantığa uygun olan
meder : çakıl taşı
mekalid-i inkıyad : bağlılık anahtarları
menkul : nakledilen, anlatılan
mesmû : dinlemeye değer, duyum, duyulmuş şey, söz, bilgi
mevhum : gerçekte olmadığı halde var sayılan
misdak : doğrulayıcı delil, ölçüt, kriter
muharref : aslı tahrif edilmiş, bozulmuş
mukarrer : kesinlik kazanmış, yerleşmiş olan
mutabakat : uygunluk
muvafakat : uygunluk, uyuşma
müfessir : Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından tefsir eden, yorumlayan
mümevveh : sahte; görünüşte doğru gibi olup, gerçekte yanlış olan
müşabehet : benzerlik
müştemil : içine alan, kapsayan
nakl : nakle, haberlere dayanan delil (İsrâiliyattan gelen nakil)
nakliyat-ı sâdıka : hadislerin Peygamber Efendimizden (a.s.m.) doğru ve sağlam kanallarla aktarılması
nüfuz etmek : içine işlemek, geçmek
sadef : sedef; inci kabuğu
sema : gök
serâ : yer, yeryüzü
sımah : kulak
sikke-i belâgat : belâgat mührü, damgası; sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylendiğini gösteren mühür
sünnet : Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler
Süreyya : yedi yıldızdan oluşan bir yıldız takımı, Ülker, Pervin
şahid-i sadık : doğru sözlü şahit, tanık
şehadet : şahidlik, tanıklık
tefsir : mânâ bakımından açıklama, yorum
teşerrüb etmek : içmek
tevehhüm eylemek : olmayan bir şeyi var diye kabul etmek
tevfik etmek : bağdaştırmak, uydurmak
tezkiye : hatadan arındırma, temize çıkarma
Yükleniyor...