Bundan sonra On İkinci Mukaddeme’nin fatihasında bir tevil-i âhar sana feth-i bab eder. Şöyle:

Kur’ân hısas için kasası zikrettiği gibi, ukad-ı hayatiye hükmünde ve makasıd-ı Kur’âniyeden bir maksadına münasip noktaları intihap ve rabt-ı maksada ittisal ettiriyor. Eğerçi hariçte ve husulde birbirinin narı veya nuru birbiriyle görünmediği halde, zihninde ve üslûpta teânuk ve musahabet edebilirler. Hîna ki, kıssa hisse içindir. Sana ne lâzım teşrihatı nasıl olursa olsun, sana taâlluk edemez. Kendi hisseni al, git. Hem de Onuncu Mukaddemeden istizhâr et. Göreceksin: Mecaz mecaza kapı açar, 1 تَغْرُبُ فِى عَيْنٍ حَمِئَةٍ zâhirperestleri dışarıya sürüyor.

Malûm olsun ki, esâlîb-i Arapta tecellî eden hüccetullahın miftahı, yalnız istiare ve mecaz üzerine müesses ve asl-ı i’câz olan belâgattir. Yoksa, şöhret sebebiyle yalancı hadsle lâkîta olunan ve rızaları olmadığı halde esdâf-ı âyâtta saklanan boncuklar değildir. İstersen Onuncu Mukaddemenin Hâtimesini istişmamla zevk et. Zira, hitamı misktir. Ve içinde baldır. Hem de caizdir ki, meçhulü’l-keyfiyet olan sed, başka yerde sair alâmât-ı kıyamet gibi mestur ve kıyamete kadar bakî ve bazı inkılâbatıyla meçhul kalarak kıyamette harap olacaktır.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Nihayet gün batısına vardı ve güneşin hararetli ve çamurlu bir çeşme suyunda gurub ettiğini gördü.” Kehf Sûresi, 18: 86.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

alâmât-ı kıyamet : kıyametin alâmetleri, işaretleri
asl-ı i’câz : mu'cizeliğin aslı; insanları aczde bırakan sözün aslı, esası
bakî : devamlı, kalıcı
belâgat : sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
caiz : sakıncasız, doğru
eğerçi : her ne kadar, olsa da, ise de
ehl-i tahassun : sığınanlar
esâlîb-i Arap : Araplar’ın üslupları; Arap Edebiyatında kullanılan ifade tarzları
esdâf-ı âyât : ayetlerin sadefleri; inci kabuğu gibi değerli olan mahfazaları
fatiha : açılış kısmı, baş, baş kısım
feth-i bab eder : kapı açar
hads : çabuk kavrayış, güçlü sezgi
harap olma : yıkılma, yok olma
hâtime : sonuç
hısas : hisseler, paylar, kıssadan alınan dersler
hîna ki : vaktâ ki, ne zaman ki
hisse : pay, alınan ders
hitam : son, sonuç
husulde : ortada, neticede
hüccetullah : Allah’ın hücceti, delili
inkılâbat : değişiklikler, değişimler, dönüşümler
intihap : seçme
istiare : hakiki mânâ ile mecâzî mânâ arasındaki benzerlikten dolayı bir kelimenin mânâsını geçici olarak alıp başka bir kelime için kullanma san’atı; mesela; “arslan” kelimesini “cesur adam” için kullanmak gibi
istişmam : koklama, hissetme; ince meseleleri sezme, anlama
istizhâr : yardım istemek, yardım talep etmek
kasas : kıssalar; Kur’ân-ı Kerîm’de geçen ibretli hikâyeler
kıssa : ibretli hikâye
lâkîta : buluntu; kaybolmuş mal, meta
makasıd-ı Kur’âniye : Kur’ân-ı Kerimin maksatları, hedefleri, gayeleri
malûm : bilinen, belli
mecaz : asıl mânâsının anlaşılmasına engel teşkil eden bir karineyle (işaretle) beraber, bir münasebetten dolayı, asıl konulduğu mânânın dışında kullanılan lâfız
meçhul kalma : bilinmeme, bilinmez hâlde kalma
meçhulü’l-keyfiyet : bir şeyin keyfiyet ve niteliğinin bilinmemesi
mesken : ev, mekan
mestur : gizli, örtülü
miftah : anahtar
misk : güzel koku; Asya’nın büyük dağlarında yaşayan bir cins erkek ceylanın karın derisi altındaki bir bezden elde edilir
mukaddeme : başlangıç, önsöz
musahabet : beraberlik, arkadaşlık
müesses : kurulmuş
nar : ateş
rabt-ı maksada ittisal ettirmek : maksadla olan bağlantıyı kurmak, maksada bağlamak
sair : başka
sâkin : ikamet eden, oturan
taâlluk etme : bir şeye bağlanma, asılma, ilişik olma
teânuk : birbirine sarılma
tecellî : görünüm
teşrihat : ayrıntılı ve detaylı açıklamalar
tevil-i âhar : diğer tevil, bir başka yorum
ukad-ı hayatiye : hayatî düğümler, can alıcı noktalar
üslûp : ifade tarzı
zahirperest : dış görünüşe ehemmiyet veren
zikretmek : anmak, belirtmek
Yükleniyor...