Yedinci Mesele


Belâgatın ukde-i hayatiyesi, tâbir-i diğerle beyanın felsefesi veyahut şiirin hikmeti ise, hariciyatın nevâmisi ve mekayisini temessül etmektir. Şöyle: Hakâik-ı hâriciyedeki kanunları kıyas-ı temsilî cihetiyle ve deveran tarikiyle ve vehmin tasarrufuyla şairane olan mâneviyat ve ahvalde yerleştirmektir. Demek âyine gibi hariçten in’ikâs eden hakikatin şualarını temessül eder. Güya kendi san’at-ı hayaliyesiyle ve nakş-ı kelâmîsiyle hilkat ve tabiatı taklit ve muhâkât eder.

Evet, kelâmda hakikat olmazsa da, en ekall şebih ve nizamından istimdat etmek ve onun danesi üzerinde sümbüllenmek gerektir. Fakat her danenin mahsus bir sümbülü vardır. Bir buğday bir ağaç kadar sümbüllenmez. Felsefe-i beyan nazara alınmazsa, belâgat hurâfât gibi, hayal gul gibi, sâmie hayretten başka bir fayda vermez.

İşaret
Felsefe-i beyaniyeye müşabih, nahvin dahi bir felsefesi vardır. O felsefe ise, vâzı’ın hikmetini beyan eder. Kütüb-ü nahivde mezkûr olan münâsebât-ı meşhûre üzerine müessestir. Meselâ bir mâmule iki âmil dâhil olmaz. Ve hel lâfzı fiili gördüğü gibi sabretmez, visal ister. Hem fail kuvvetlidir, kavî olan zammeyi kendine gasp eder. Mesele, hariç ve kâinatta carî olan kanunların birer aks-i misalîsidir.

Tenbih
Bu münasebât-ı nahviye ve sarfiye olan hikmet-i vâzı’ ise, felsefe-i beyan derecesinde olmazsa da, pek büyük bir kıymeti vardır. Ezcümle, istikra ile sabit olan ulûm-u nakliyeyi ulûm-u akliyenin suretlerine çeviriyor.
• • •
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

becayiş : karşılıklı yer değiştirme, değiş-tokuş
belâgat : sözün düzgün, kusursuz, şekilde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
cezb etmek : çekmek
ezcümle : meselâ, örneğin
felsefe-i beyan : beyan ilminin felsefesi, gaye ve hikmeti
gaflet etme : umursamama, farkına varmama
garaz : gaye, hedef, maksat
hikmet-i vâzı’ : konulma gaye ve maksadı
illet : asıl sebep
inkılâp : değişim, dönüşüm
istikrâ : ayrı ayrı hadiselerdeki ortak vasıfları tesbit edip genel bir sonuç çıkarmak; tümevarım, endüksiyon
istimdat : yardım isteme
kelime-i vahide : bir tek kelime
lâfz : söz, kelime
maâni-i beyâniye : beyân ve maânî ilimleri (beyân; teşbih, istiâre, mecaz, kinâye gibi konularından bahseder; maânî; sözün maksada uygunluğundan bahseder.)
maâni-i müteaddid : birden fazla mânâlar
mânâ-yı hakikî : gerçek anlam
mânâ-yı muallâka : asılı, takılı mânâ
medet : yardım
merkep : binek
münasebât-ı nahviye ve sarfiye : dilbilgisi kurallarına ait münasebetler; fiil çekimi ve cümle yapısı ile ilgili kurallara ait bağlar
müstahak : hak eden, hak etmiş
müstetbeat : söze tabi olan mânâlar, söz söylerken, söz arasında işaretle anlatılanlar; çağrışımlar
sahibülbeyt : ev sahibi
suret-i hayatiye : hayatî suret, canlı şekil
telkih : aşılamak
telkihat : aşılamalar
teşerrüb : içme, içine çekme
ulûm-u akliye : aklî ilimler, akla dayanan ilimler
ulûm-u nakliye : naklî ilimler; hadis, tefsir, fıkıh gibi Kur'ân ve Hadisten yapılan aktarımlara dayanan ilimler
ahval : haller, durumlar
aks-i misalî : yansıma; (aynada yansıyan) görüntü
âmil : Arapça’da başına geldiği kelimeye tesir ederek, o kelimenin cümle içindeki konumunu değiştiren unsur; edatlar gibi
belâgat : sözün düzgün, kusursuz şekilde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
beyanın felsefesi : beyan ilminin felsefesi, hikmet ve gayesi
carî : yürürlükte olan, cereyan eden
dane : tohum, tane
deveran : iktiran; birinin diğerine illet ve sebep zannedilecek şekilde iki şeyin devamlı bir surette beraber var ve yok sanılması
ekall : en az
fail : işi yapan, özne
felsefe-i beyan : beyan ilminin felsefesi, hikmeti, gayesi
gul : insanın gördüğünü sandığı korkunç hayâlet
hakâik-i hâriciye : hâriçteki (tabiattaki) gerçekler
hariciyât : dışarıya ait olanlar; hariçteki hakikatler; maddî şeyler
hel : Arapça “mı, mi, mu, mü” anlamlarına gelen soru edatı
hikmet : felsefe
hilkat : yaratılış
hurâfât : hurâfeler, bâtıl inanışlar
ilâ âhir : vs; sonuna kadar
in’ikâs : yansıma, aksetme
istimdat etmek : yardım dilemek
iştiyak : arzulama, özlem duyma
kavî : güçlü, kuvvetli
kelâm : ifade, söz
kıyas-ı temsilî : kıyaslamaya dayanan benzetme, temsil tarzında yapılan mukâyese; analoji
kütüb-ü nahiv : gramer kitapları; Arapça cümle yapısını ele alan eserler
lâfız : ifade, kelime
mamûl : Arapça’da edatlar gibi başına geldiği unsurların tesiriyle değişikliğe uğrayarak cümle içindeki konumu değişen lâfız
mekayis : ölçüler
mezkûr : adı geçen
muhâkât etmek : taklit etmek, benzerini yapmak
müesses : kurulmuş
münâsebât-ı meşhûre : meşhur ilgiler, bağlar
müşabih : benzer
nahv : Arapça'da cümle yapısını ele alan "nahiv ilmi"
nakş-ı kelâmî : sözle ilgili nakış, süs, söz dokusu
nazar : dikkat
nevâmis : kanunlar
nizam : düzen, kanun
sâmi : dinleyen, işiten
san’at-ı hayaliye : hayalî san’at, hayal san’atı
şairane : şaircesine, şair gibi
şebih : benzeyen, benzer
şua : ışık, parıltı
tâbir-i diğer : diğer tâbirle, başka bir ifâdeyle
takattur : damlama, damla damla akma
tarik : yol, tarz
tasarruf : kullanma, yönetme
teessüf : kederlenme, üzülme
temeddüh : övünme
temessül etmek : yansıtmak, göstermek
ukde-i hayatiye : hayat düğümü
vâzı’ : koyan, yerleştiren
vehm : olmayan bir şeyi varsaymayı sağlayan güç, duygu
visal : kavuşma, birleşme
zamme : ötre denilen, üstüne konulan harfi o, ö, u, ü okutan hareke
Yükleniyor...