Sual: Çok fena şeyleri işitiyoruz. Bâhusus gayr-ı müslimler de güya bir İslâm kızını almışlar, filân yerde böyle olmuş, diğer yerde şöyle olmuş. Olmuş, olmuş, olmuş, ilââhir...
Cevap: Evet, maatteessüf, daha yeni ve bulanık bir devlette ve cahil ve perişan bir millette, şöyle fena ve pis şeylerin vukuu zarurî gibidir. Eskiden daha berbadı vardı; fakat şimdi görünüyor. Bir dert görünürse, devâsı âsândır. Hem de büyük işlerde yalnız kusurları gören, cerbezelik ile aldanır veya aldatır. Cerbezenin şe’ni, bir seyyieyi sümbüllendirerek hasenata galip etmektir.

Meselâ, şu aşiretin her bir ferdi bir günde attığı balgamı, cerbeze ile, vehmen tayy-i mekân ederek, birden bir şahısta tahayyül edip, başka efrâdı ona kıyas ederek, o nazar ile baksa veyahut bir sene zarfında birisinden gelen râyiha-i kerîheyi, cerbeze ile, tayy-ı zaman tevehhümüyle, birden dakika-i vâhidede o şahıstan sudurunu tasavvur etse, acaba ne derecede evvelki adam müstakzer, ikinci adam müteaffin olur? Hatta, hayal gözünü kapasa, vehim dahi burnunu tutsa, mağaralarından kaçsalar hakları var. Akıl onları tevbih etmeyecektir.

İşte şu cerbezenin tavr-ı acîbi, zaman ve mekânda müteferrik şeyleri toplar, bir yapar. O siyah perde ile herşeyi temâşâ eder. Hakikaten cerbeze, envaıyla garâibin makinesidir. Görünüyor ki, cerbeze-âlûd bir âşıkın nazarında umum kâinat birbirine muhabbetle müncezip ve rakkasâne hareket ediyor ve gülüşüyor. Çocuğunun vefatıyla mâtem tutan bir validenin nazarında, umum kâinat hüzn-engizâne ağlaşıyor. Herkes istediği ve haline münasip gördüğü meyveyi koparır. Bu makamda size bir temsil irad edeceğim. Meselâ, sizden bir adam yalnız bir saat tenezzüh etmek üzere gayet müzeyyen ve müzehher bir bahçeye girse, nekaisten müberrâ olmak cinân-ı Cennetin mahsûsâtından ve her kemâle bir noksanı karıştırmak şu âlem-i kevn ü fesâdın mukteziyatından olmakla, şu bahçenin müteferrik köşelerinde de bazı pis ve murdar şeyler bulunduğu için, inhirâf-ı mizac sevki ve emriyle, yalnız o taaffünatı taharrî ve o murdar şeylere idame-i nazar eder. Güya onda yalnız o var! Hülyanın hükmüyle fena hayal tevessü ederek o bostanı bir selhâne ve mezbele sûretinde gösterdiğinden, midesi bulanır ve istifrağ eder, kemâl-i nefretle kaçar. Acaba beşerin lezzet-i hayatını gussedâr eden böyle bir hayale, hikmet ve maslahat rû-yi rıza gösterir mi? Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen güzel rüya HAŞİYE görür. Güzel rüya gören hayatından lezzet alır.

Sual: Ermeni fedâileri o kadar fenalık ettikleri halde, şimdi en mûteber onlar oldular. Zehirlerine tiryak nazarıyla bakıldı.
Cevap: Zira, fenalıkları iyiliğe yardım etti. Eğer meylü’t-tahripten vazgeçerlerse, müfsitlikten çıktılar deriz. Yoksa, maraz muzmer olsa, daha muzırdır. Buhar, menfez bulmadıkça zelzele verir. Hayırdan bâzan şer tevellüd ettiği gibi, şerden de bâzan hayır doğar. Çok şerîr var ki, şerleri ahyârın maksadına hizmet ettiği için, ahyâr sûretinde görünür ve şerri alkışlanır. Sen evini tâmir için tahrip eylediğin vakit, başkası sirkat için delerse, bir cihetten sana muâvenet etmiş olur. Fakat, tâmirde ihtiyatlı bulun!

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE : Mevt bir nevmdir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ahyâr : hayırlı ve iyi insanlar
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-l; s-l-m)
beşer : insanlar
caiz : sakıncasız, dinen izin verilen (bk. c-v-z)
cihet : yön
düvel-i İslâmiye : İslâm devletleri
ehl-i kitap : Hıristiyanlar ve Yahudiler (bk. k-t-b)
ekseriyet : çoğunluk
evvelâ : ilk önce, birinci olarak
gayr-ı Müslim : Müslüman olmayan (bk. s-l-m)
gussedâr etme : kederli, tasalı, kaygılı etme
halif : karşılıklı olarak yapılan bir antlaşmanın şartlarını yerine getirmeye yemin eden, and içen, müttefik
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hikmet : kâinattaki ve yaratılıştaki İlâhî gaye ve fayda (bk. ḥ-k-m)
ihtiyat : tedbirli hareket etme
istifrağ etme : kusma
istihdam olunma : çalıştırılma, hizmet ettirilme
kemâl-i nefret : tam anlamıyla nefret (bk. k-m-l)
kuvvet-i hissiyat : his ve duyuların gücü
lezzet-i hayat : hayat lezzeti, yaşama tadı (bk. ḥ-y-y)
maksad : gaye, amaç (bk. ḳ-ṣ-d)
maraz : hastalık, illet
maslahat : fayda, yarar (bk. ṣ-l-ḥ)
mazarrat-ı mütevehhime : tevehhüm olunan, geleceği sanılan zararlar
menfez : delik
mevt : ölüm (bk. m-v-t)
meylü’t-tahrib : yıkıcılık ve tahrip eğilimi, meyli
muâhid : belli şartlar çerçevesinde antlaşma yapan
muâvenet : yardım
mûteber : itibar gören, itibarlı
muzır : zararlı
muzmer : gizli, saklı
müfsit : bozguncu
müşrik : Allah’a ortak koşan
müteferrik : kısım kısım, birbirinden ayrı
nadiren : ender olarak, pek az bulunarak
nazarıyla : gözüyle, bakışıyla (bk. n-ẓ-r)
nevm : uyku
rû-yi rıza : rıza yüzü, mennunluk ifadesi
salisen : üçüncü olarak
sâniyen : ikinci olarak
set çekme : engel olma
sirkat : hırsızlık
sûret : biçim, şekil (bk. s-v-r)
şer : kötülük, fenalık
şerîr : şerli, kötülük yapan
tahrip : yıkma, yok etme
tevellüd etme : doğma, ortaya çıkma
tiryak : derman, ilâç
vecih : şekil, tarz
velev : eğer, şayet
Yeniçeri ocağı : (bk. bilgiler)
zelzele : sarsıntı
âlem-i kevn ü fesâd : oluşumlar ve bozulmalar dünyası, icatlar ve tahripler âlemi (bk. a-l-m)
aşiret : oymak; büyük ölçüde aynı dil ve kültürü paylaşan, birçok boydan oluşan, yapısındaki aileler arasında toplum, ekonomi, din, kan veya evlilik bağları bulunan göçebe veya yerleşik nitelikteki topluluk
cerbeze : göz boyama, gerçek dışı söz ve bilgilerle insanları yanıltma
cerbeze-âlûd : cezbezeli, cerbezeye bulaşmış
cinân-ı Cennet : Cennet bahçeleri
dakika-i vâhide : bir dakika
efrâd : fertler, bireyler (bk. f-r-d)
enva : türler, çeşitler
evvelki : önceki
fena : çirkin, kötü
garaib : tuhaf şeyler
hakikaten : gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hülya : hayal (bk. ḫ-y-l)
hüzn-engizâne : hüzün ve üzüntü verici bir şekilde
idame-i nazar etme : bakışlarını sürdürme, devamlı bakma (bk. n-ẓ-r)
inhirâf-ı mizac : mizacın bozulması
irad etme : sunma, arz etme
kemâl : mükemmellik, olgunluk (bk. k-m-l)
mahsûsât : hususî şeyler, özellikler
mâtem : yas
mezbele : çöplük
muhabbet : sevgi (bk. ḥ-b-b)
mukteziyat : gerekli olan şeyler, gerekli sonuçlar (bk. ḳ-ḍ-y)
murdar : pis, kirli, iğrenç
müberrâ : arınmış, uzak
münasib : uygun
müncezib : çekilmiş, cezbesine kapılmış
müstakzer : kazurat hâline gelmiş, pis
müteaffin : kokuşmuş
müteferrik : kısım kısım, birbirinden farklı ve ayrı
müzehher : çiçeklerle bezenmiş
müzeyyen : zinetli, süslü (bk. z-y-n)
nazar : bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nazarında : bakışında, gözünde (bk. n-ẓ-r)
nekais : eksiklikler, kusurlar
rakkasâne : rakkas gibi; oynayan, dans eden gibi
râyiha-i kerîhe : iğrenç ve tiksindirici koku
selhâne : eti yenen büyük ve küçük baş hayvanların kesilip yüzüldüğü yer, mezbaha
sevk : yönlendirme
sudur : (birşeyden) çıkma, meydana gelme
sûret : biçim, şekil (bk. ṣ-v-r)
taaffünat : kokuşmuş ve kötü koku yayan şeyler
taharrî : araştırma, inceleme
tahayyül etme : hayal ile zihinde canlandırma (bk. ḥ-y-l)
tasavvur etme : zihinde şekillendirme, hayal etme (bk. ṣ-v-r)
tavr-ı acîb : tuhaf tavır, davranış
tayy-ı zaman : zamanı atlama
tayy-i mekân : mekân ve mesafe boyutunu atlama, aşma
temâşâ etme : bakma, seyretme
temsil : kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
tenezzüh etmek : eğlenmek amacıyla gezinti yapmak (bk. n-z-h)
tevbih etme : kınama, kötüleme
tevehhüm : olmayan birşeyi var sayma, var zannetme
tevessü etmek : genişlemek
umum : bütün
valide : anne
vefat : ölüm
vehim : olmayan birşeyi var gibi tasavvur etme gücü
vehmen : vehim yoluyla, olmayan birşeyi varmış gibi göstererek
zarfında : zamanında
Yükleniyor...