Sual: Gayr-ı müslimin askerliği nasıl caiz olur?
Cevap: Dört vecihle:

Evvelâ: Askerlik kavga içindir. Dünkü gün siz o dehşetli ayı ile boğuştuğunuz vakit karılar, çingeneler, çocuklar, itler size yardım ettiklerinden size ayıp mı oldu?

Sâniyen: Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın, Arap müşriklerinden muâhid ve halifleri vardı. Beraber kavgaya giderlerdi. Bunlar ise, ehl-i kitaptır. Orduda toplu olmayıp müteferrik olduklarından, bizdeki ekseriyet ve kuvvet-i hissiyat, mazarrat-ı mütevehhimeye karşı set çeker.

Salisen: Düvel-i İslâmiyede velev nadiren olsun gayr-ı müslim, askerlikte istihdam olunmuştur. Yeniçeri ocağı buna şahittir.

Râbian: Neslen ve serveten tedennîmize ve gayr-ı müslimlerin terakkîsine sebep, askerliğin bizde münhasır olması idi. Zira bundan kaç asır evvel şu devletin nüfus-u İslâmiyesi kırk milyondan fazla idi. Ve şimdilik, içimizdeki o gayr-ı müslimler, o vakitte yalnız beş altı milyon idi. Servet ve ticaret elimizde idi. Hâlbuki biz yirmiye yuvarlandık, fakr bataklığına düştük; onlar, fakrın ayağı altından çıkıp servetin başına binerek, on milyona çıktılar. Bunun en mühim sebebi: Meselâ, senin dört oğlun varsa, askerlik mülâhazasıyla evlenmezler. Şâyet evlenseler, memuriyet ilcâsıyla kedi yavrusu gibi her tarafta gezdirerek, mahsül ü hayatını zâyi edecektir. Delil istersen Van’a git; bir Ermeni kapısını, bir İslâm dergâhını aç, bak. Göreceksin ki, Ermeni evi on sağlam delil gösterecek, İslâmın evi iki zayıf burhanı nazar-ı ibrete arz edecektir.

Sual: Eskiden İslâmlar zengin, onlar fakirdiler. Şimdi her yerde kaziye bilâkistir. Hikmeti nedir?
Cevap: İki sebebi biliyorum:

Birincisi: 1

لَيْسَ لِـْلاِنْسَانِ اِلاَّ مَاسَعٰى

olan fermân-ı Rabbânîden müstefâd olan meyelân-ı sa’y ve 2

اَلْكَاسِبُ حَبِيبُ اللّٰهِ

olan fermân-ı Nebevîden müstefâd olan şevk-i kesb—bazı telkinat ile o meyelân kırıldı ve o şevk de söndü.

Zira ilâ-yı kelimetullah şu zamada maddeten terakkiye mütevakkıf olduğunu bilmeyen; ve dünya 3

مِنْ حَيْثُ هِىَ مَزْرَعَةُ اْلاٰخِرَةِ

cihetiyle kıymetini takdir etmeyen; ve kurûn-u vüstâ ile kurûn-u uhrânın ilcaatını tefrik eylemeyen; ve birbirinden gayet uzak, biri mezmum ve biri memduh olan tahsil ve kisbde olan kanaatiyle, mahsul ve ücretteki kanaatı temyiz etmeyen; ve birbirinden nihayet derecede baîd, hatta biri tembelliğin unvanı, diğeri hakikî ihlâsın sadefi olan iki tevekkülü—ki, biri, meşietin muktezâsı olan esbab arasındaki nizama karşı temerrüd hükmünde olan, tertib-i mukaddemattaki bir tevekkül-ü tembelâne; diğeri, İslâmiyetin muktezâsı olan, netice itibarıyla gerdendâde-i tevfik olarak vazife-i İlâhiyeye karışmamakla terettüp-ü neticede mü’minâne tevekküldür.

İkisini birbiriyle iltibas eden ve “Ümmetî! Ümmetî!” sırrını teferrüs etmeyen ve 4

خَيْرُ النَّاسِ مَنْ يَنْفَعُ النَّاسَ

hikmetini anlamayan bazı adamlar ve bilmeyen bir kısım vâizlerdir ki, o meyelânı kırdılar, o şevki de söndürdüler.

İkinci sebep: Biz, gayr-ı tabiî ve tembelliğe müsait ve gururu okşayan imaret maişetine el atıp belâmızı bulduk.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” Necm Sûresi, 53:39.
2 : Çalışıp kazanan, Allah’ın sevdiği bir kuldur.
3 : Âhiretin tarlası olması...
4 : “İnsanların en hayırlısı onlara en faydalı olandır.” el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:463; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:481, hadis no: 4044.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ahyâr : hayırlı ve iyi insanlar
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-l; s-l-m)
beşer : insanlar
caiz : sakıncasız, dinen izin verilen (bk. c-v-z)
cihet : yön
düvel-i İslâmiye : İslâm devletleri
ehl-i kitap : Hıristiyanlar ve Yahudiler (bk. k-t-b)
ekseriyet : çoğunluk
evvelâ : ilk önce, birinci olarak
gayr-ı Müslim : Müslüman olmayan (bk. s-l-m)
gussedâr etme : kederli, tasalı, kaygılı etme
halif : karşılıklı olarak yapılan bir antlaşmanın şartlarını yerine getirmeye yemin eden, and içen, müttefik
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hikmet : kâinattaki ve yaratılıştaki İlâhî gaye ve fayda (bk. ḥ-k-m)
ihtiyat : tedbirli hareket etme
istifrağ etme : kusma
istihdam olunma : çalıştırılma, hizmet ettirilme
kemâl-i nefret : tam anlamıyla nefret (bk. k-m-l)
kuvvet-i hissiyat : his ve duyuların gücü
lezzet-i hayat : hayat lezzeti, yaşama tadı (bk. ḥ-y-y)
maksad : gaye, amaç (bk. ḳ-ṣ-d)
maraz : hastalık, illet
maslahat : fayda, yarar (bk. ṣ-l-ḥ)
mazarrat-ı mütevehhime : tevehhüm olunan, geleceği sanılan zararlar
menfez : delik
mevt : ölüm (bk. m-v-t)
meylü’t-tahrib : yıkıcılık ve tahrip eğilimi, meyli
muâhid : belli şartlar çerçevesinde antlaşma yapan
muâvenet : yardım
mûteber : itibar gören, itibarlı
muzır : zararlı
muzmer : gizli, saklı
müfsit : bozguncu
müşrik : Allah’a ortak koşan
müteferrik : kısım kısım, birbirinden ayrı
nadiren : ender olarak, pek az bulunarak
nazarıyla : gözüyle, bakışıyla (bk. n-ẓ-r)
nevm : uyku
rû-yi rıza : rıza yüzü, mennunluk ifadesi
salisen : üçüncü olarak
sâniyen : ikinci olarak
set çekme : engel olma
sirkat : hırsızlık
sûret : biçim, şekil (bk. s-v-r)
şer : kötülük, fenalık
şerîr : şerli, kötülük yapan
tahrip : yıkma, yok etme
tevellüd etme : doğma, ortaya çıkma
tiryak : derman, ilâç
vecih : şekil, tarz
velev : eğer, şayet
Yeniçeri ocağı : (bk. bilgiler)
zelzele : sarsıntı
arz etmek : sunmak, ifade etmek
bilâkis : aksine, tersine
burhan : delil, kanıt
cihet : şekil, yön
dergâh : kapı, ev
evvel : önce
fakr : fakirlik (bk. f-ḳ-r)
fermân-ı Nebevî : Peygamber Efendimize (a.s.m.) ait emir ve buyruk
fermân-ı Rabbânî : bütün varlıkların idaresi ve terbiyesi elinde olan Cenâb-ı Hakkın emir ve buyruğu (bk. r-b-b)
gayr-ı Müslim : Müslüman olmayan (bk. s-l-m)
hikmet : sebep, sır (bk. ḥ-k-m)
ilâ-yı kelimetullah : Allah’ın adını ve dinini yükseltme ve yüceltme gayreti
ilcâ : mecbur etme, zorlama
ilcaat : şartlar ve gereklilikler
kaziye : hüküm, önerme
kisb : çalışarak kazanma
kurûn-u uhrâ : Ortaçağ sonrası, Yeniçağ ve Yakınçağ
kurûn-u vüstâ : ortaçağ
maddeten : maddî olarak
mahsül-ü hayat : hayatın neticesi, ürünü
memduh : övülmüş, takdir edilmiş
memuriyet : memurluk
meyelân : meyletme, içten yönelme; bir tarafa veya bir hedefe ulaşmaya yönelik eğilim gösterme
meyelân-ı sa’y : çalışmaya içten yönelme, eğilim gösterme
mezmum : aşağılanmış, kınanmış
mülâhaza : düşünce, belli bir konudaki kanaat
münhasır olma : belli bir kesime bağlı ve ait olma
müstefâd : istifade edilen, yararlanılan
mütevakkıf : bağlı
nazar-ı ibret : ibretli bakış, ders çıkaran göz (bk. n-ẓ-r)
neslen : nesil bakımından
nüfus-u İslâmiye : Müslüman nüfus
râbian : dördüncü olarak
servet : zenginlik
serveten : servet ve zenginlik bakımından
şevk : şiddetli arzu ve istek
şevk-i kesb : bir kazanç elde etme şevk ve gayreti
tahsil : bir neticeyi elde etmek, öğrenmek
takdir etme : birşeyin değerini ve mahiyetini tam olarak bilme ve anlama (bk. ḳ-d-r)
tedennî : alçalma, gerileme
tefrik etme : ayırma (bk. f-r-ḳ)
telkinat : telkinler
terakki : ilerleme, yükselme
Van : (bk. bilgiler)
zâyi etme : kaybetme
aceze : güçsüzler, yaşlılar (bk. a-c-z)
baîd : uzak
bilcümle : tamamen, bütün yönleriyle
cerrar : para toplayan, dilenci
esbab : sebepler (bk. s-b-b)
Eski Said : (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)
evvel : önce
filcümle : kısmen
gayr-ı tabiî : doğal olmayan, olağanın dışında olan
gerdendâde-i tevfik : gerekli çalışma ve vazifeleri yerine getirdikten sonra neticeye boyun eğme ve sonucu Allah’tan bekleme
hakikî : asıl, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hamiyet : din, aile, vatan, millet gibi değerleri koruma duygusu ve gayreti
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hikmet : gaye, fayda, sebep (bk. ḥ-k-m)
ihlâs : içtenlik, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme (bk. ḫ-l-ṣ)
iltibas etme : karıştırma
imâret : bayındırlık, imar ve imar işleri
kanaat : razı olma, yetinme
mahsul : ürün
maişet : geçim yolu, meslek (bk. a-y-ş)
medâr-ı maişet : geçim kaynağı (bk. a-y-ş)
memuriyet : memurluk, aylık karşılığında devlet işlerinde çalışma
menfaat : çıkar, kişisel yarar
meşiet : irade; İlâhî irade, Cenâb-ı Hakkın dilemesi
meşru : dine uygun, helâl (bk. ş-r-a)
meyelân : içten yönelme; meyil, eğilim
muktezâ : birşeyin gereği (bk. ḳ-ḍ-y)
mü’minâne : mü’min bir şekilde, imanlı birisine yakışır bir şekilde (bk. e-m-n)
nev’ : çeşit, tür
nihayet derecede : sınırsız bir seviyede
nizam : düzen (bk. n-ẓ-m)
sadef : inci kabuğu; bir inci gibi çok değerli ve kıymetli olan ihlâsı içine alan ve koruyan unsur
seele : sailler, dilenciler
şevk : şiddetli arzu ve istek
tarik-ı tabiî : tabiî yol ve yöntem
teferrüs etme : feraset ve kalp gözüyle gerçekleri görme
temerrüd : inat etme, direnme
temyiz etme : ayırma
terettüp-ü netice : sonuç olarak ortaya çıkan şey
tertib-i mukaddemat : bir sonuca ulaşmak için uyulması gerekli olan sebepler, basamaklar (bk. ḳ-d-m)
tevekkül : Allah’a güvenme ve Onu vekil kabul etme (bk. v-k-l)
tevekkül-ü tembelâne : tembelce tevekkülde bulunma; üzerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmeden sonucu Allah’tan isteme (bk. v-k-l)
ümmetî : “Ümmetim!” mânâsına gelen ve Hz. Peygamber’in (a.s.m.) ümmetine olan düşkünlüğü sebebiyle mahşer gününün dehşeti sırasında ifade edeceği söz
vâiz : vaaz eden, insanlara nasihatlerde bulunan
vazife-i İlâhiye : İlâhî görev, yani Allah’ın takdiri ve dilemesi (bk. e-l-h)
zaruret : zorunluluk, gereklilik
zâyi etme : kaybetme
zîhayat : canlı, hayat sahibi (bk. ḥ-y-y)
ziraat : tarım
Yükleniyor...