Sual: Şu mezcde ne hikmet var ki, o kadar taraftarsın, daima söylüyorsun?
Cevap: Dört kıyas-ı fâsit HAŞİYE ile hâsıl olan safsatanın zulmünden muhakeme-i zihniyeyi halâs etmek, meleke-i feylesofanenin taklid-i tufeylâneye ettiği mugalâtaizâle etmek...

Sual: Ne gibi?
Cevap: Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.

Üçüncü şart: Zülcenaheyn ve Kürtlerin ve Türklerin mûtemedi olan Ekrad ulemasını veya istinâs etmek için lisân-ı mahallîye aşina olanları müderris olarak intihap etmektir.

Dördüncüsü: Ekradın istidatları ile istişare etmek, onların sabavet ve besatetlerini nazara almaktır. Zira çok libas var; bir kamete güzel, başkasına çirkin gelir. Çocukların talimi, ya cebirle, ya hevesatlarını okşamakla olur.

Beşinci şart: Taksimü’l-a’mâl kaidesini bitamamihâ tatbik etmek—tâ şubeler birbirine medhal ve mahreç olmakla beraber, her bir şubeden mütehassıs çıkabilsin.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE : İşte o kıyaslar: Mâneviyatı maddiyata kıyas edip Avrupa sözünü onda dahi hüccet tutmak. Hem de bazı fünun-u cedideyi bilmeyen ulemanın sözünü ulûm-u diniyede dahi kabul etmemek. Hem de fünun-u cedidede mahareti için gurura gelip, dinde de nefsine itimad etmek. Hem de, selefi halefe, maziyi hâle kıyas edip haksız itirazda bulunmak gibi fasit kıyaslardır. (Birader-i Ebu Lâşey) Abdülmecid
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âşina : alışık olan
besâtet : basitlik, sâdelik
birader-i Ebu Lâşey : hiçbirşeyi olmayan kişinin kardeşi; Üstad Bediüzzaman’ın kardeşi
câiz : sakıncasız, doğru, geçerli (bk. c-v-z)
cebir : zorlama (bk. c-b-r)
cenah : kanat, taraf
derc : yerleştirme
Ekrad : Kürtler
fasit : bozuk
fünûn : ilimler
fünun-u cedide : yeni fenler, modern fen ilimleri
fünun-u medeniye : modern ilimler
hakikat : gerçek; birşeyin gerçek mahiyeti (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâl : şimdiki zaman
halâs etmek : kurtarmak
halef : bir meslek veya konumda öncekilerin yerine geçenler (bk. ḫ-l-f)
hâsıl olma : meydana gelme
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hevesat : heves ve arzular, hisler
hikmet : amaç, gaye (bk. ḥ-k-m)
himmet : ciddî çaba ve gayret
hüccet : kanıt, delil
iftirak etme : ayrılma (bk. f-r-ḳ)
imtizac : birleşme, kaynaşma
intihap etme : seçme
istidat : kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
istinâs etme : yakınlık duyma, alışma
istişare etme : fikir sorma, danışma
itimad : güvenme
izâle etme : giderme, ortadan kaldırma (bk. z-v-l)
kamet : biçim ve boy; endam
kıyas etme : karşılaştırma
kıyas-ı fasit : bozuk kıyas, yanlış sonuç veren kıyas (bk. ḳ-y-s)
Kürdî : Kürtçe
libas : elbise
lisân-ı Arabî : Arap dili, Arapça
lisân-ı mahallî : bir yere has dil, yerel dil
maddiyat : maddî şeyler
maharet : beceri, ustalık
mâneviyat : mânevî şeyler (bk. a-n-y)
mazi : geçmiş zaman
meleke-i feylesofane : filozoflar gibi ilimle bağlantılı meleke elde etme
mezc : karıştırma, birbiri içinde bütünleştirme
mugalâta : safsata, demagoji; aldatmak maksadıyla yanıltıcı sözler söyleme
muhakeme-i zihniye : zihin aracılığıyla meseleler hakkında hükme varma (bk. ḥ-k-m)
mutemed : kendisine güvenilen
müderris : ders veren, öğretmen, hoca
nazara alma : dikkate alma (bk. n-ẓ-r)
nefs : can, hayat, kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nur : etrafı aydınlatan ışık
pervaz etme : uçmak, hızlı bir şekilde harekete geçme
sabâvet : çocukluk
safsata : yalan ve uydurma şey
selef : bir meslek veya konumda önce gelenler
taassup : aşırı derecede körükörüne bağlılık
taklid-i tufeylâne : acemiler gibi taklit etme
tecellî etme : belirme, görünme, yansıma (bk. c-l-y)
tevellüd etme : doğma, ortaya çıkma
Türkî : Türkçe
ulema : âlimler (bk. a-l-m)
ulûm-u diniye : dinî ilimler (bk. a-l-m)
ulûm-u medaris : medreselerin ilimleri; Osmanlı döneminde dinî ilimlerin tahsil edildiği yüksek eğitim kurumlarında ders verilen ilimler
vâcip : zorunlu (bk. v-c-b)
ziya : ışık, parlaklık
zülcenaheyn : iki kanatlı; dünya ve âhiret bilgisine sahip olan
Yükleniyor...