Sabıkan beyan ettik ki; hayat kesrette vahdeti temin eder. Ve şuur, ruhun ziyâsıdır. Öyle ise ruhun fenâsı, ya tahrib ve inhilâl iledir. O ise vahdet ve besatet bırakmaz. Veya idam iledir. O ise Cevâd-ı Mutlak Celle Celâlühûnun merhameti, cûdu bırakmaz ki, verdiği nimet-i vücudu geri alsın.
Üçüncü Maden: Dikkat edilse; mâruz-u tegayyür olan bütün envâda bir hakikat-i sâbite bütün tegayyürat ve etvar içinde yuvarlanarak, sûretler değiştirip ölmeyerek, yaşayarak geliyor, bâki kalıyor. İşte şahs-ı insânî—sabıkan geçtiği gibi—tasavvurat ve şuur-u küllî ile bir şahıs iken, bir nev’ hükmüne geçiyor. Öyle ise onun hakikat-i zîşuuru ve unsur-u zîhayatı olan ruhu dahi Allah’ın izniyle daima bâkîdir.
Dördüncü Maden: Ruha—masdar itibariyle—bir derece müşabih ve yalnız vücud-u hissî olmayan, envâda hükümran olan kavânine dikkat edilse görünür ki; şayet o kanun vücud-u hâricî giyse idi; o nev’in birer ruhu olurdu. Hâlbuki dâima bâki, dâima müstemir, hiçbir tegayyürat onların vahdetine tesir etmez. Ruh ise, âlem-i emirden gelen bir kanun-u zîşuur, bir nâmus-u zîhayattır ki; Kudret-i Ezeliye ona vücud-u hâricîyi giydirmiş. Demek nasıl ki sıfat-ı iradeden ve âlem-i emirden gelen şuursuz kavânin, dâima bâki kalıyor. Aynen onların kardeşi ve onlar gibi Sıfat-ı iradenin tecellîsi olan, âlem-i emirden gelen ruh; bekâya mazhar olmak daha ziyâde lâyıktır. Çünkü zîvücud ve zîhakikat-i hâriciyedir. Daha kavîdir, çünkü zîşuurdur. Daha dâimîdir, çünkü hayydır, zîhayattır.
Üçüncü Maden: Dikkat edilse; mâruz-u tegayyür olan bütün envâda bir hakikat-i sâbite bütün tegayyürat ve etvar içinde yuvarlanarak, sûretler değiştirip ölmeyerek, yaşayarak geliyor, bâki kalıyor. İşte şahs-ı insânî—sabıkan geçtiği gibi—tasavvurat ve şuur-u küllî ile bir şahıs iken, bir nev’ hükmüne geçiyor. Öyle ise onun hakikat-i zîşuuru ve unsur-u zîhayatı olan ruhu dahi Allah’ın izniyle daima bâkîdir.
Dördüncü Maden: Ruha—masdar itibariyle—bir derece müşabih ve yalnız vücud-u hissî olmayan, envâda hükümran olan kavânine dikkat edilse görünür ki; şayet o kanun vücud-u hâricî giyse idi; o nev’in birer ruhu olurdu. Hâlbuki dâima bâki, dâima müstemir, hiçbir tegayyürat onların vahdetine tesir etmez. Ruh ise, âlem-i emirden gelen bir kanun-u zîşuur, bir nâmus-u zîhayattır ki; Kudret-i Ezeliye ona vücud-u hâricîyi giydirmiş. Demek nasıl ki sıfat-ı iradeden ve âlem-i emirden gelen şuursuz kavânin, dâima bâki kalıyor. Aynen onların kardeşi ve onlar gibi Sıfat-ı iradenin tecellîsi olan, âlem-i emirden gelen ruh; bekâya mazhar olmak daha ziyâde lâyıktır. Çünkü zîvücud ve zîhakikat-i hâriciyedir. Daha kavîdir, çünkü zîşuurdur. Daha dâimîdir, çünkü hayydır, zîhayattır.