On Üçüncü Ders

وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْراً كَثِيرًا
1

Ey serab-ı gururu, şarab-ı tahur zanneden Said-i hodfuruş! Hikmet, hayr-ı kesir olduğunu işittin. Fakat yanlış yola gitmiştin. Şu kitab-ı kâinatın hikmetini, maanisinde aramadın. Gittin, nukuşunda taharri ettin. Hikmet-i kudsiye-i Kur’âniyeyle hikmet-i felsefe-i insanın farklarını görmek istersen, şu temsile güzel bak:

Bir zaman dindar, san’atkâr bir hâkim, Kur’ân’ı acip bir tarzda yazmış. Bazı hurufatını elmas ve zümrütle, bir kısmını altun ve gümüşle, bir kısmını daha kıymettar cevherlerle yazıp öyle müzeyyen ve münakkaş etmişti ki, o Kur’ân’ı, kıraatini bilen ve bilmeyen herkes temaşa edip istihsan ederdi. Fakat o Kur’ân’ın mânâsındaki ziynet ve güzellik, zâhirî ziynetinden milyon mertebe daha âli, daha gàlî, belki nispet kabul etmez derecededir. O hâkim, şu musannâ ve murassâ Kur’ân-ı Hakîmi, bir ecnebî feylesofa ve bir Müslüman âlime gösterdi. Ve emretti ki, “Her biriniz buna dair birer eser yazınız.”

Her biri, o Kur’ân’a dâir birer kitap telif etti. Fakat feylesofun kitabı, yalnız hurufun nakışlarından ve münasebetlerinden ve vaziyetlerinden ve cevherlerinin hâsiyetlerinden ve târifatından bahseder. Mânâsına hiç ilişmez. Zira o ecnebî adam, Arapça okumasını hiç bilmez. Hatta o müzeyyen Kur’ân’ın kitap olduğunu bilmiyor. Ve ona, münakkaş bir antika nazarıyla bakıyor. Lâkin o ecnebî feylesof, her ne kadar Arapça bilmiyor, fakat iyi bir mühendistir, güzel bir musavvirdir, mâhir bir kimyagerdir, sarraf bir cevhercidir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Kime hikmet verilmişse, işte ona pek çok hayır verilmiştir.” Bakara Sûresi, 2:269.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acip : hayret verici, şaşırtıcı
âlî : yüce, yüksek
cevher : değerli taş
ecnebî : yabancı, Batılı
gàlî : kıymetli
hâkim : hükmeden, yönetici
hâsiyet : özellik
hayr-ı kesir : büyük hayır, hayrın çoğunluğu
hikmet : gaye, yarar, yaratılış maksadı; varlıkların yararlarını, mânâlarını ve yaratılış maksatlarını araştıran ilim
hikmet-i felsefe-i insan : insan aklının ürünü olan felsefe hikmeti, ilmi
hikmet-i kudsiye-i Kur’âniye : Kur’ân’ın kutsal hikmeti, onun hikmet ilmi
huruf : harfler
hurufat : harfler
istihsan etmek : beğenmek, güzel bulmak
kıraat : okuma
kıymettar : kıymetli, değerli
kitab-ı kâinat : kâinat kitabı
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet, mu’cize ve faydalar bulunan Kur’ân
maani : mânâlar, anlamlar
murassâ : değerli taşlarla ve mücevherlerle süslenmiş olan; süslü
musannâ : san’atlı bir şekilde yapılmış olan; san’atlı
münakkaş : nakışlı, süslü
münasebet : bağlantı, bağ
müzeyyen : zinetli, süslü
nakış : işleme, süsleme
nisbet : kıyas
nukuş : nakışlar, işlemeler
Said-i hodfuruş : Bediüzzaman’ın kendini muhasebe etmeye yönelik kullandığı “kendisini beğenmiş Said” mânâsına gelen ifadesi
serab-ı gurur : gurur serabı; çöldeki aldatıcı su görüntüsü gibi insanları aldatan gurur
şarab-ı tahur : temiz ve helâl içecek
taharri etme : araştırma, inceleme
tarifat : tarifler, anlatımlar
telif etme : kitap yazma
temâşa etmek : seyretmek, hoşlanarak bakmak
temsil : analoji, kıyaslama tarzında benzetme
vaziyet : durum
zâhirî : gözle görülen dış taraf
zira : çünkü
ziynet : süs
âli : yüksek
antika : kıymetli san’at eseri
câmi : kapsamlı, kapsayıcı
ecnebî : yabancı, Batılı
edepsizlik : görgüsüzlük
ehemmiyet : önem
envar : nurlar, aydınlıklar
esrar : sırlar, gizli hakikatler
fehmetmek : anlamak
gàlî : kıymetli
gayet : son derece
haddinden tecavüz etmek : çizgiyi aşmak, çok ileri gitmek
hakaik-i kudsiye : kutsal gerçekler; eksik ve noksandan uzak mukaddes hakikatler
hakikat : gerçek; gerçek yüz
hakîm : hikmet sahibi, maksatları ve faydaları bilen âlim
hâkim : hükmeden, yönetici
hakîmane : hikmetli kimseye yakışır şekilde; maksat ve gayeye yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde yazabilen bir kimseye yakışır şekilde
Hakîm-i Ezelî : herşeyi hikmetle yapan ve başlangıcı olmayan sonsuz varlık sahibi olan Allah
hikmet : amaç, gaye
hodpesent : kendini beğenen
huruf : harfler
hükema : tecrübe ve ispata dayalı ilimlerde uzman olanlar, filozoflar
hürmetsizlik : saygısızlık
ilm-i felsefe : felsefe ilmi
iştigal etmek : meşgul olmak
kimyager : kimyacı
Kitab-ı Mübîn : herşeyi açıkça beyan eden kitap, Kur’ân-ı Kerim
Kur’ân-ı azîm-i kâinat : Kur’ân gibi mânâ ve hakikat yüklü olan kâinat kitabı
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
lâkin : ama, fakat
lâtif : güzel, hoş, şirin
mahir : maharetli, becerikli
mertebe : kat, derece
musannâ : san’atlı bir şekilde yapılmış olan, san’at eseri
musavvir : şekil ve sûret verici; ressam
müfessir : tefsir eden, açıklayan, yorumlayan
münakkaş : nakışlı, süslü
mürşidâne : hak ve doğru yolu gösterebilen bir mürşide yakışır şekilde
müzeyyen : süslü, ziynetli, süslenmiş
nâfi : faydalı, yararlı
nakış : işleme, süsleme
nazarıyla : gözüyle, bakışıyla
nukuş : nakışlar, işlemeler
perde-i nukuş : üzeri nakışlarla dolu perde
sarraf : kuyumcu; mesleği, değerli kâğıt ve metal paraları birbiriyle değiştirmek, tahvil alışverişi yapmak olan kimse
şerif : şerefli, değerli
tabiatperest : herşeyi tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia eden, tabiatçı
tahkir etmek : hakaret etmek, aşağılamak
tefsir : açıklama, yorum; Kur’ân-ı Kerimi açıklayan, yorumlayan kitap
telif : yazılmış eser
temsil : analoji, kıyaslama tarzında benzetme
tezyinat-ı zahîri : dış görünüşte bulunan süslemeler
tilmiz : talebe, öğrenci
Yükleniyor...