Hem Risale-i Nur şakirtlerinden Bekir’e o musibet gününden birgün evvel biri demiş: “Üstadın seni çağırıyor.” Bir hiss-i kablelvuku ile ikinci gün Üstadının başına gelen ve rahmet-i İlâhiye ile hafif geçen müthiş musibeti, düşmanların plânları derecesinde büyük, ağır hissetmiş tarzında, ağlayarak gayet korkaklık ve halecan ile koşup geldi. O halecan ve ağlamasına hiç sebeb-i zâhirî yokken, yine heyecanını, ağlamasını teskin edemiyordu. Demek Risale-i Nur’a gelen musibet, şakirtlerini kerametkârâne ikaz ediyordu.

Hem musibetin aynı gününde Üstadımız gezmekten dönerken -Hüsrev ve Mehmed’in ihbarıyla- birdenbire sebepsiz ehl-i dünyaya karşı şiddete başlamış. Yirmi beş sene evvel Divan-ı Harb-i Örfî’de kendi idam kararını beklerken, sebepsiz, kalbsiz, rütbeli iki adam, mahpus olduğu koğuşa tahkir için geldikleri zaman gayet acip bir surette söylediği o hale mahsus meşhur bir şetmi üç defa zâlim ve garazkâr ehl-i dünyaya karşı sarf ediyor, “Benden ne istiyorsunuz?” diye bağırarak tekrar ediyor, sonra susuyor. Aynı dakikada zabıta köşkü basmak için yedi-sekiz polis köşkün etrafına girdikleri zamana tevafuk ediyor.

Medar-ı ibret bir hâdise: Risale-i Nur naşirlerinin tazyiki yüzünden âmirlerinin yanında yüz bulmak niyetiyle Risale-i Nur naşirlerine ilişenlerin aksi maksadıyla tokat yediklerinin yüz hadiseden bir hadisesi şudur ki: Sebepsiz, sırf bazı garazkârların keyfi için Risale-i Nur naşirlerine bir kulp takıp mahkemelerde süründürmek ve belki mahvetmek için sureten kendini dost gösterip gayet hâinâne bir riyakârlıkla dairemize sokulup, birtakım yalanlarla âmirlerini iğfal edip Risale-i Nur naşirlerine müthiş darbe gelmesine vesile olan bir adam, teveccüh ve makam kazanmak değil, bilâkis öyle bir tokat yedi ki, dünyada kaldıkça, vicdanı varsa vicdan azabı çektirecek. Hem o kolay vazifesinden müşkil bir vazifeye tahvil ettiler ve hem de ona yalancı nazarıyla baktılar. Ve hem nefret-i âmmeyi kazandı. Ve hem taharrî hadisesinden iki gün sonra bir ihtiyar adamı hanesinden çıkarıp yolda getirirken o ihtiyar zât füc’eten vefat edip hem mes’uliyet-i maddiyeye ve mâneviyeye mâruz kalmıştır.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Takdim / Sonraki Risale: Yirmi Yedinci Mektuptan Mühim Parçalar
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acip : şaşırtıcı, hayrette bırakıcı
âmir : emreden
azap : acı, sıkıntı
bilâkis : aksine, tersine
Divan-ı Harb-i Örfî : İttihad ve Terakki hükûmeti zamanında 31 Mart Olayından sonra kurulan ve oldukça sert kararlar alan sıkıyönetim mahkemesi
ehl-i dünya : dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
füc’eten : ansızın, birdenbire
garazkâr : kötü niyet sahibi, art niyetli
hâinâne : hâince
halecan : titreme, çarpıntı
hane : ev
hiss-i kablelvuku : birşeyi olmadan önce hissetme duygusu
iğfal : gaflete düşürerek kandırma, aldatma
ihbar : haber verme
kerametkârâne : keramet göstererek
kulp : bahane, uydurma sebep
mahpus : hapsedilmiş
mahsus : has, özel
maksad : gaye, amaç
mâruz : birşeyin tesirine uğramak, tesirinde kalmak
medar-ı ibret : ibret vesilesi
mes’uliyet-i maddiye ve mâneviye : maddî ve mânevî sorumluluk
musibet : belâ, dert, felâket
müşkil : zor, güç
müthiş : dehşet veren, korkutan
naşir : yayan, yayınlayan
nazarıyla : gözüyle, bakışıyla
nefret-i âmme : umumun, genelin nefreti
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmeti
riyakârlık : gösteriş
sebeb-i zâhirî : görünürdeki sebep
şakirt : öğrenci, talebe
şetm : kötü söz
taharrî : araştırma, inceleme
tahkir : aşağılama, hakaret etme
tahvil : dönüştürme
tazyik : baskı
tevafuk : denk gelme, uygunluk
teveccüh : ilgi, yönelme
zabıta : polis, güvenlik gücü
zâlim : zulmeden, acımasız
zat : kişi
Yükleniyor...