Emin ve Feyzi’nin bir fıkrasıdır.
(Risale’tü-Nur’a Ait Dört-Beş Kerâmetten Bahseder.)
Hizmet-i Kur’âniyede bize sebkat eden sadık, hâlis, metin, vefakâr kardeşlerimizden mübarek Hüsrev ve Rüşdü gibi zâtlar, Risaletü’n-Nur’un hâdimlerine ve vazifelerinin makbuliyetine bir emare olan, ihsan olunan bereket hakkında müteaddit fıkralar yazmışlar. Biz de, bu kardeşlerimizin fıkraları gibi bu yakın zamanda beraber tezahür eden, gördüğümüz bazı hâdisâtı kaydedeceğiz. Hem nümune için yalnız bir kısmını beyan ederiz.

Birincisi: Bu yakında Üstadımızla beraber kıra çıkmıştık. Çay yapılmasını, hem ikişer çay, üçer şekerle içilmesini emir buyurdular. Hepimiz, üçer şekerle ikişer çay içtik. Yalnız Emin kardeşimiz bir şeker kendisine noksan olarak içmiş. Akşam üzeri, Risaletü’n-Nur’un menba-ı intişarı olan Üstadımızın odasına geldik. Emin, şeker kutusuna sarf olan şekerleri koymak istemiş, fakat kutu sekiz şekerden fazla almamış. Emin, “Fesübhânallah” der. “On yedi şeker yerine kutu sekiz şekerle dolsun.” diye taaccüp ettik. Bu vâkıa, bize şuhud derecesinde kanaat verdi ki, şu sırr-ı bereket, Risale-i Nur hâdimlerine bir inâyet-i İlâhiye ve bir iltifat-ı Rabbaniyedir.

İkincisi: Yine aynı günde ben, yani Mehmed Feyzi, evvelce yazıp Üstada teslim ettiğim “Hücümat-ı Sitte risalesi”ni bana vermek için sakladığı yerden ararken, fevkalâde bir surette, bulunmaz. Birden o anda, âdetlerinin hilâfına olarak, hiç vuku bulmamış bir tarzda, bir hâdise zuhuruyla gözlüklerini bırakarak merdivene müteveccih olurlar. Aynı vakitte Risale-i Nur’un intişarına ve hizmetine zarar vermek niyetiyle casus bir adamın merdivene doğru, zahiren ziyaret maksadıyla geldiği görülür. Üstadımızın telâşlı olduğunu hisseder. Hem Üstadımız, onun nazarını öteki hâdise-i bedeniyeye çevirir, ona der ki: “Görüyorsun ben mâzurum, ziyareti başka vakte bırak.” O da döner, gider. Hem “Hücumat-ı Sitte”, hem Mehmed Feyzi, hem başka işlerimiz o tecessüsten kurtuldu.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

beyan etme : açıklama, izah etme
emare : belirti, işaret
fesübhânallah : Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir anlamına gelen, hayret ve hayranlığı ifade eden söz
fevkalâde : olağanüstü
fıkra : belli bir düşünceyi anlatmak üzere kaleme alınan yazı; makale
hâdim : hizmetçi
hâdisat : hâdiseler, olaylar
hâdise-i bedeniye : bedende var olan bir rahatsızlık
hâlis : içten, katıksız, samimi
hilâf : ters, zıt
hizmet-i Kur’âniye : Kur’ân hizmeti
Hücumat-ı Sitte/Hücumat-ı Sitte risalesi : altı hücum anlamına gelen ve şeytanın desiselerine karşı yazılan bir eser; Yirmi Dokuzuncu Mektupta Altıncı Risale olan Altıncı Kısım
ihsan olma : bağışlanma, ikram edilme, verilme
iltifat-ı Rabbaniye : Allah’ın iltifatı ve özel ihsanı
inâyet-i İlâhiye : Allah’ın inâyeti, yardımı
intişar : yayılma
kanaat verme : inandırma, razı etme
keramet : Allah’ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarında görünen olağanüstü hâl ve fiil
makbuliyet : kabul edilmişlik, geçerlilik
menba-ı intişar : yayılma kaynağı
müteaddit : bir çok, çeşitli
müteveccih olma : yönelme
nazar : bakış, görüş
Risaletü’n-Nur : Risale-i Nur’un diğer bir adı
sadık : doğru, dürüst
sebkat eden : önce gelen
sırr-ı belâğat : belâğat sırrı
suret : biçim, şekil
şuhud : gözle görme
taaccüp : şaşma, hayret etme
tezahür eden : beliren, ortaya çıkan
vâkıa : olay
vefakâr : vefalı, sözünde ve dostluğunda devamlı olan
vuku bulma : meydana gelme
zahiren : görünüş itibariyle
zuhur : görünme, ortaya çıkma
Yükleniyor...