Tahlil

1 تَرْمِيهِمْ بِحِجَارَةٍ iki ت sekiz yüz; iki ر dört yüz, iki م bir ب bir ح bir ى yüz; tenvin vakıf olmadığından ن dur, elli; bir bir ج bir medde (elif) dokuz, mecmuu bin üç yüz elli dokuz.

2 ض : فِى تَضْلِيلٍ sekiz yüz, ت dört yüz, ف seksen, iki ى yirmi, iki ل altmış, -tenvin vakfa rastgelmiş- sayılmaz; yekûnu bin üç yüz altmış.

3 اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْفِيلِ iki ر bir ت sekiz yüz; iki ف iki ك iki yüz; iki ل bir م yüz; bir ع bir ص yüz altmış; dört ب üç (ا) bir ى bir ح yirmi dokuz; اَلْفِيلِ yerine gelen اَلدُّنْيَا daki iki د bir elif dokuz; bir ن elli; bir ى, bir (ا), bu yekûn bin üç yüz elli dokuz (1359), okunmayan elif sayılmazsa bin üç yüz elli sekiz (1358) eder. Hem Arabî, hem Rumî tarihiyle bu semavî tokatların ayrı ayrı çeşitlerinin zamanlarına tevafukla parmak basıyor. HAŞİYE

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Onlara taşlar attılar.” Fil Sûresi, 105:4.
2 : “Boşa çıkarmak.” Fil Sûresi, 105:2.
3 : “Rabbinin fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi?” Fil Sûresi, 105:1.
HAŞİYE : Evet, bu tokattan, pürşer beşer şirkten şükre girmezse ve Kur’ân’a tarziye vermezse, melâike elleriyle de ahcâr-ı semaviye başlarına yağacağını bu sûre bir mâna-yı işarî ile tehdit ediyor. Kardeşiniz Said Nursî
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
azamet : büyüklük, yücelik
ahcâr-ı semâviye : gök taşları, meteorları
Arabî : Arapça
beşer : insanlık
elif : Arap alfabesinin ilk harfi
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
mâna-yı işarî : işaret ile bildirilen mânâ
melâike : melekler
pürşer : çok şerli, kötü
semâvî : gökten gelen
şirk : Allah’a ortak koşma
şükr : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
tarziye : özür dileme
tevafuk : denk gelme, uygunluk
yekûn : bütün, toplam
dünyaperest : dünyayı taparcasına seven
elif : Arap alfabesinin ilk harfi
esaret : esirlik, kölelik
fâni : geçici, ölümlü
fetva : hüküm, izin
fil-i Mahmudî : Yemen Valisi Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkmak için geldiği zaman, ordusunda bulunan Mahmud adlı fil
filo : takım, grup
gaddar : acımasız, çok zulmeden
hâkimiyet : egemenlik, hükümranlık
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
heybet : saygıyla beraber korku duygusunu uyandıran hâl, haşmet
istibdad : baskı, zulüm
kader-i İlâhiye : Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması
kat’iyen : kesin olarak
keffâretü’z-zünub : günahlara keffaret, günahların bağışlanmasına vesile
kıymettar : kıymetli, değerli
lâfz : ifade, kelime
mânâ-yı işârî : işaret ile bildirilen mânâ
mâsum : suçsuz, günahsız
mazlum : zulme, haksızlığa uğrayan
mecmuu : tamamı
medde : uzatma işareti; elif’in uzun okunacağını gösteren işaret
mehasin : güzellikler
menfaat : çıkar, yarar
musibet : belâ, felaket, sıkıntı
musibet-i semaviye : gökten gelen musibet, belâ
nev-i beşer : insanlar
sefahet : zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük
serfüru : boyun eğme
seyyiat : günahlar, kötülükler
sûre-i kudsiye : kutsal sûre
tahlil : değerlendirme, çözümleme
tefsir : açıklama, yorumlama
tenvin : Arapça gramerinde bir kelimenin sonunu nun gibi okutmak üzere konulan işaret; kelimenin sonuna iki üstün (en), iki esre (in), iki ötre (ün) gelmesi hâli
teşkil etme : oluşturma, meydana getirme
vakıf : duraklama, Arapça bir kelimenin sonunu harekesiz olarak okuyarak durma
yekûn : bütün, toplam
zâlim : zulmeden, haksızlık eden
Yükleniyor...