Bediüzzaman’ın, Risale-i Nur dâvâsında öyle bir itmi’nânı, öyle bir sıdk ve sadakatı, öyle bir sebat ve metaneti, öyle bir ihlâsı vardır ki, din düşmanlarının o kadar şiddetli zulüm ve istibdatları, o kadar hücum ve tazyikatları ve bunlarla beraber maddî yokluklar içinde bulunması, dâvâsından vazgeçirememiş ve küçük bir tereddüt dahi îka’ edememiştir.

Said Nursî, Eski Said tâbir ettiği gençliğinde felsefede çok ileri gitmiştir. Garbın Sokrat’ı, Eflâtun’u, Aristo’su gibi hakikatfeylesofları ve şarkın İbn-i Sina, İbn-i Rüşd, Fârâbî gibi dâhi hükemâlarından felsefe ve hikmette Kur’ân-ı Hakîmin feyziyle çok ileri geçmiş ve Kur’ân’dan başka halâskâr ve hakikî rehber olmadığını dâvâ etmiş ve Risale-i Nur eserlerinde ispat etmiştir.

Bu hakikatlarda şüphesi olan olursa, Üstad âhirete teşrif etmeden bizzat şüphesini izâle edebilir.

Said Nursî, Kur’ân ve imâna hizmet mesleğini ihtiyar edip, hiçbir maddî ve mânevi menfaat, salâhat ve velîlik gibi mânevi makamları maksat ve gaye etmeden, sırf Cenâb-ı Hakkın rızası için hizmet yapmıştır.

Basiretli ehl-i ilim tarafından bütün Müslümanlarca “Zuhuru beklenen siyasî ve dinî bir halâskârdır” gibi şahsına verilen yüksek mertebeyi Bediüzzaman hiddetle reddetmiş, kendisinin ancak Kur’ân’ın bir hizmetkârı ve Risale-i Nur talebelerinin bir ders arkadaşı olduğuna inanmış ve beyan etmiştir.

Millî Müdafaa Vekâletinde yirmi beş sene hizmet görmüş muhterem, âlim bir zâtın, şimdi aramızda bulunan bir kısım arkadaşlarımızla, evvelki gün ziyaretine gittiğimiz vakit, Bediüzzaman Hazretleri hakkında demişti ki:

“Bediüzzaman’ın nasıl bir zât olduğunu anlayabilmek için, Risale-i Nur külliyatını dikkatle, sebatla okumak kâfidir. Size bir misal olarak, yalnız dünyevî iktidarı bakımından derim ki:

Bediüzzaman, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsiyle yalnız bir devleti değil, dünya yüzündeki milletlerin idaresi ona verilse, onları selâmet ve saadet içinde idare edecek bir iktidar ve inâyete mâliktir.”
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Lemeât
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat
basiretli : ileri görüşlü, ferasetli
beyan : açıklama
dâhi : son derece zeki
dâvâ : iddia
dünyevî : dünyaya ait
ehl-i ilim : ilim ehli, âlimler
evvelki : önceki
feylesof : filozof, felsefeci
feyz : ilham, bereket ve ilim bolluğu
garb : batı
hakikat : doğru, gerçek
hakikî : gerçek, doğru
halâskâr : kurtarıcı
hazret : saygıdeğer (saygı maksadıyla kullanılan bir ifadedir)
hikmet : felsefe
hizmetkâr : hizmetçi
hükemâ : filozoflar, felsefeciler
ihlâs : samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ihtiyar : irade, tercih, seçme
îka’ : meydana getirme, gerçekleştirme
iktidar : güç, kuvvet, idare
inâyet : yardım, ihsan, iyilik
istibdat : baskı, zulüm
itmi’nân : emin olma, tereddütsüz inanma
izâle : giderme
kâfi : yeterli
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
maksat : gaye, amaç
mâlik : sahip
menfaat : çıkar, yarar
mertebe : derece
meslek : yol, usül
metanet : sağlamlık
Milli Müdafaa Vekâleti : Milli Savunma Bakanlığı
misal : örnek
muhterem : hürmete layık, saygıdeğer
saadet : mutluluk
sadakat : bağlılık
salâhat : dindarlıkta çok ileri olma hali
sebat : kararlılık
selâmet : esenlik, güven
sıdk : doğruluk
şahs-ı mânevî : mânevî şahıs; belli bir ideal veya bir gaye etrafında bir araya gelen topluluğun oluşturduğu mânevî şahsiyet ve ortak kimlik
şark : doğu
tâbir : ifade etme, adlandırma
tazyikat : baskılar, sıkıştırmalar
teşrif : şereflendirme
üstad : hoca, öğretmen
zuhur : ortaya çıkma, görünme
Yükleniyor...