DÖRDÜNCÜ REŞHA

Bak, öyle bir ziya-yı hakikat neşreder ki, eğer onun o nuranî daire-i hakikat-i irşadından hariç bir surette kâinata baksan, elbette kâinatın şeklini bir matemhane-i umumî hükmünde ve mevcudatı birbirine ecnebî, belki düşman ve câmidâtı dehşetli cenazeler ve bütün zevilhayatı zevâl ve firakın sillesiyle ağlayan yetimler hükmünde görürsün.

Şimdi bak, onun neşrettiği nur ile, o matemhane-i umumî, şevk u cezbe içinde bir zikirhaneye inkılâp etti. O ecnebî, düşman mevcudat, birer dost ve kardeş şekline girdi. O câmidât-ı meyyite-i sâmite, birer mûnis memur, birer musahhar hizmetkâr vaziyetini aldı. Ve o ağlayıcı ve şekvâ edici, kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan şâkir suretine girdi.

BEŞİNCİ REŞHA

Hem o nur ile, kâinattaki harekât, tenevvüat, tebeddülât, tagayyürat, mânâsızlıktan ve abesiyetten ve tesadüf oyuncaklığından çıkıp, birer mektubat-ı Rabbâniye, birer sahife-i âyât-ı tekvîniye, birer merâyâ-yı esmâ-i İlâhiye ve âlem dahi bir kitab-ı hikmet-i Samedâniye mertebesine çıktılar.

Hem insanı bütün hayvânâtın mâdûnuna düşüren hadsiz zaaf ve aczi, fakr ve ihtiyâcâtı ve bütün hayvanlardan daha bedbaht eden, vasıta-ı nakl-i hüzün ve elem ve gam olan aklı o nurla nurlandığı vakit, insan bütün hayvanat, bütün mahlûkat üstüne çıkar. O nurlanmış acz, fakr, akıl ile, niyaz ile nazenin bir sultan ve fîzar ile nazdar bir halife-i zemin olur.

Demek o nur olmazsa kâinat da, insan da, hattâ herşey dahi hiçe iner. Evet, elbette böyle bedî bir kâinatta böyle bir zat lâzımdır. Yoksa kâinat ve eflâk olmamalıdır.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Sekizinci Söz / Sonraki Risale: Yirminci Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

abesiyet : faydasızlık, gayesizlik
bedbaht : talihsiz, bahtsız
benî Âdem : Âdemoğulları, insanlar
câmidât-ı meyyite-i sâmite : suskun, ölü ve cansız varlıklar
cemâl-i suret : görünüş güzelliği
daire-i hakikat-ı irşad : doğru yolu gösteren hakikat dairesi
fetih : açma
hakaik-âşinâ : gerçekleri bilen
hutbe-i ezeliye : ezelî hutbe
hüsn-ü sîret : ahlâk güzelliği
inkılâp : dönüşme
keşfetmek : gizli birşeyi ortaya çıkarmak
kitab-ı hikmet-i Samedâniye : Samed olan Allah’ın hikmetli kitabı
mâdûn : aşağı, alt derece
makbul : kabul gören
matemhane-i umumî : herkesin yas tuttuğu yer
mektubat-ı Rabbâni : Rabbânî mektuplar, İlâhî mesajlar
merâyâ-yı esmâ-i İlâhiye : İlâhî isimlerin aynaları
mu’ciznümâ : mu’cize gösteren
muammâ-i acibâne : hayret verici, bilinmeyen iş
mûnis : canayakın, sevimli
mümtaz : seçkin
neşretmek : yaymak
nuranî : nurlu, parlak
reşha : sızıntı, damla
sahife-i âyât-ı tekvîniye : yaratılışa ait delillerin sahifesi
sırr-ı hilkat-i âlem : âlemin yaratılış sırrı
sırr-ı kâinat : evrenin sırrı
sual-i azîm : büyük soru
şerh etmek : açıklamak
şevk-u cezbe : şiddetli arzu ve istek ve kendinden geçme
tagayyürat : başkalaşmalar
tebeddülât : değişimler
tebliğ etmek : bildirmek
tenevvüat : çeşitlenmeler
tesbih : Allah’ı yüce şanına layık ifadelerle anma
tılsım-ı muğlâk : anlaşılması zor sır
ukul : akıllar
vasıta-ı nakl-i hüzün ve elem ve gam : üzüntü, acı ve sıkıntı nakleden vasıta
zâkir : zikreden
zevilhayat : canlılar
zikirhane : zikir edilen yer
ziya-yı hakikat : hakikat ışığı
Yükleniyor...