Ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazin firak perdeleri arkasında, tecelliyât-ı celâliye-i Sübhâniyenin mazharı olan kış hadiselerinin tazyikinden ve tâzibinden muhafaza etmek için, nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nazenin, taze, güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, veba gibi hadiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşvünemasız kalan birçok istidat çekirdekleri, zahiri çirkin görünen hadiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılâplar ve küllî tahavvüller birer mânevî yağmurdur.

Fakat insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan, zahire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana ait gayesi bir ise, Sâniinin esmâsına ait binlerdir. Meselâ, kudret-i fâtıranın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, mânâsız telâkki eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar. Meselâ, atmaca kuşu serçelere tasliti, zahiren rahmete uygun gelmez. Halbuki, serçe kuşunun istidadı, o taslitle inkişaf eder. Meselâ, “kar“ı pek bâridâne ve tatsız telâkki ederler. Halbuki, o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez.

Hem insan, hodgâmlık ve zahirperestliğiyle beraber, herşeyi kendine bakan yüzüyle muhakeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri hilâf-ı edep zanneder. Meselâ, alet-i tenasül-ü insan, insan nazarında bahsi hacâlet-âverdir. Fakat şu perde-i hacâlet, insana bakan yüzdedir. Yoksa, hilkate, san’ata ve gayât-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edeptir, hacâlet ona hiç temas etmez.

İşte, menba-ı edep olan Kur’ân-ı Hakîmin bazı tâbirâtı bu yüzler ve perdelere göredir. Nasıl ki, bize görünen çirkin mahlûkların ve hadiselerin zahirî yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli san’at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâniine bakar; ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar; ve pek çok zahirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitabet-i kudsiyedir.
Önceki Risale: On Yedinci Söz / Sonraki Risale: On Dokuzuncu Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

alet-i tenasül-ü insan : insanın üreme organı
ayn-ı edep : edebin tâ kendisi
bârid : soğuk
bâridâne : soğukça
esmâ : isimler
eşya : şeyler, varlıklar
gayât-ı fıtrat : yaratılış gayeleri
hacâlet : utanç
hacâlet-âver : utanç verici
hararetli : sıcak
hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hilâf-ı edep : edebe aykırı
hilkat : yaratılış
hodgâm : kendi keyfini düşünen, bencil
ihzar : hazırlama
inkılâp : değişim, dönüşüm
inkişaf : açılma, gelişme
intizamsızlık : düzensizlik
istidat : kabiliyet, yetenek
kitabet-i kudsiye : kutsal yazılımlar, yazılar
kudret-i fâtıra : yaratıcı kudret
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
küllî : büyük, genel
mahlûk : yaratık
mahz-ı edebî : edebin tâ kendisi
mânâsız : anlamsız
mazhar : görünme yeri
menba-ı edep : edep kaynağı
muhakeme : değerlendirme
muntazam : düzenli
muzır : zararlı
mücehhez : cihazlanmış, donanmış
nazar : bakış, düşünce
nazdar : nazlı, cilveli
nazenin : ince, nazik, nazlı
neşvünema : büyüyüp gelişme
perde-i hacâlet : utanç perdesi
rahmet : şefkat, merhamet
Sâni : herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah
şer : kötü
tâbirât : tabirler, ifadeler
tahavvül : değişim, başkalaşma
taslit : musallat olma, sataşma
tâzib : azap, eziyet
tazyik : baskı
telâkki etmek : kabul etmek
terhis : vazifeye son verme
vazife-i hayat : hayat vazifesi
zahir : dış görünüş
zahiren : görünüş itibariyle
zahiri : görünürde
zahirperest : dış görünüşe önem veren
zahirperestlik : dış görünüşe önem verme
zelzele : deprem, sarsıntı
Yükleniyor...