Madem ihtiyarlık, hastalık, musibet ve her tarafta vefiyatlar o dehşetli elemi deşiyorlar ve ihtar ediyorlar. Elbette o ehl-i dalâlet ve sefahet, yüz bin lezzeti ve zevki alsa da, yine o mânevî bir cehennem kalbinde yaşar ve yakar. Fakat pek kalın gaflet sersemliği muvakkaten hissettirmez.

Madem ehl-i iman ve taat, göz önünde gördüğü kabri bir hazine-i ebediyeye, bir saadet-i lâyezâlîye kendisi hakkında bir kapı olduğunu ve o ezelî mukadderat piyangosundan milyarlar altın ve elmasları kazandıracak bir bilet dahi iman vesikasıyla ona çıkmış; her vakit “Gel, biletini al” diye beklemesinden, derin, esaslı, hakikî lezzet ve zevk-i mânevî öyle bir lezzettir ki, eğer tecessüm etse ve o çekirdek bir ağaç olsa, o adama hususî bir cennet hükmüne geçtiği halde, o zevk ve lezzet-i azîmeyi terk edip, gençlik saikasıyla, o hadsiz elemlerle âlûde zehirli bir bala benzeyen sefihâne ve heveskârâne, muvakkat bir lezzet-i gayr-ı meşruaihtiyar eden, hayvandan yüz derece aşağı düşer. Ecnebî dinsizleri gibi de olamaz. Çünkü onlar Peygamberi inkâr etseler, diğerlerini tanıyabilirler. Peygamberleri bilmeseler de Allah’ı tanıyabilirler. Allah’ı bilmeseler de, kemâlâta medar olacak bazı güzel hasletler bulunabilir.

Fakat bir Müslüman, hem enbiyayı, hem Rabbini, hem bütün kemâlâtı Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm vasıtasıyla biliyor. Onun terbiyesini bırakan ve zincirinden çıkan, daha hiçbir peygamberi tanımaz ve Allah’ı da tanımaz ve ruhunda kemâlâtı muhafaza edecek hiçbir esasatı bilemez. Çünkü, peygamberlerin en âhiri ve en büyükleri ve dini ve daveti umum nev-i beşere baktığı için ve mucizatça ve dince umuma faik ve bütün nev-i beşere bütün hakaikte üstadlık edip on dört asırda parlak bir surette ispat eden ve nev-i beşerin medar-ı iftiharı bir zatın terbiye-i esasiyelerini ve usul-ü dinini terk eden, elbette hiçbir cihette bir nur, bir kemâl bulamaz. Sukut-u mutlaka mahkûmdur.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
âlûde : bulaşmış, karışmış
ehl-i dalâlet ve sefahet : doğru ve hak yoldan sapmış ve yasak zevk ve eğlenceye düşkün kimseler
ehl-i iman ve taat : iman eden ve dinin emirlerine uyanlar
elîm : elemli, acı verici
enbiya : peygamberler
esasat : esaslar, prensipler
ezelî : başlangıcı olmayan, sonsuzluk
faik : üstün
gaflet : umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma
hakaik : hakikatler, gerçekler
haslet : huy, özellik
hazine-i ebediye : sonu olmayan hazine
heveskârâne : hevesine, gelip geçici istek ve arzularına düşkün bir şekilde
ihtar : hatırlatma
ihtiyar : seçme, tercih etme, irade
kemâlât : faziletler, iyilikler, ahlâk ve huy güzellikleri
lezzet ve zevk-i mânevî : mânevî lezzet ve zevk
lezzet-i gayr-ı meşrua : dinen helâl olmayan, yasaklanmış lezzet
medar : sebep, vesile
mu’cizatça : mu’cizeler açısından
Muhammed-i Arabî : Arapların içinden çıkan peygamberimiz Muhammed (a.s.m.)
mukadderat : Allah tarafından takdir olunmuş işler, başa gelecek olaylar, kader
muvakkaten : geçici olarak
nev-i beşer : insanlık, insan türü
Rab : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
saadet-i lâyezâlî : hiç bitmeyen mutluluk, tükenmez saadet
saika : sevk etme
saltanat : egemenlik, hükümranlık
sefihâne : yasak zevk ve eğlencelere düşkün bir şekilde; beyinsizce
suret : şekil, biçim
tecessüm : cisimleşme, cisim halinde belirme
üstad : hoca, öğretmen
vefiyat : vefatlar, ölümler
vesika : belge
zevk ve lezzet-i azîme : büyük zevk ve lezzet
Yükleniyor...