Fakat o sersem inat edip dedi: “Yok, mîrî malı değil, belki vakıf malıdır, sahipsizdir. Herkes istediği gibi tasarruf edebilir. Bu güzel şeylerden istifadeyi men edecek hiçbir sebep görmüyorum. Gözümle görmezsem inanmayacağım” dedi. Hem feylesofâne çok safsatiyâtı söyledi. İkisi arasında ciddî bir münazara başladı.

Evvelâ o sersem dedi: “Padişah kimdir? Tanımam.”

Sonra arkadaşı ona cevaben: “Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur? Ve bu kadar çok servet ki, her saatte bir şimendiferHAŞİYE gaipten gelir gibi, kıymettar, musannâ mallarla dolu gelir, burada dökülüyor, gidiyor nasıl sahipsiz olur? Ve her yerde görünen ilânnameler ve beyannameler ve her mal üstünde görünen turra ve sikkeler, damgalar ve her köşesinde sallanan bayraklar nasıl mâliksiz olabilir? Sen, anlaşılıyor ki, bir parça firengî okumuşsun. Bu İslâm yazılarını okuyamıyorsun. Hem de bilenden sormuyorsun. İşte, gel, en büyük fermanı sana okuyacağım.”

O sersem döndü, dedi: “Haydi, padişah var. Fakat benim cüz’î istifadem ona ne zarar verebilir? Hazinesinden ne noksan eder? Hem burada hapis mapis yoktur; ceza görünmüyor.”

Arkadaşı ona cevaben dedi: “Yahu, şu görünen memleket bir manevra meydanıdır. Hem sanayi-i garibe-i sultaniyenin meşheridir. Hem muvakkat, temelsiz misafirhaneleridir. Görmüyor musun ki, hergün bir kafile gelir, biri gider, kaybolur. Daima dolar, boşanır. Bir zaman sonra şu memleket tebdil edilecek; bu ahali başka ve daimî bir memlekete nakledilecek. Orada herkes hizmetine mukabil ya ceza, ya mükâfat görecek” dedi. Yine o hain sersem, temerrüt edip, “İnanmam. Hiç mümkün müdür ki bu memleket harap edilsin, başka bir memlekete göç etsin?” dedi. Bunun üzerine, emin arkadaşı dedi: “Madem bu derece inat ve temerrüt edersin. Gel, had ve hesabı olmayan delâil içinde, On İki Suret ile sana göstereceğim ki, bir mahkeme-i kübrâ var, bir dâr-ı mükâfat ve ihsan ve bir dâr-ı mücazat ve zindan var. Ve bu memleket, hergün bir derece boşandığı gibi, bir gün gelir ki, bütün bütün boşanıp harap edilecek.”

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE : Seneye işarettir. Evet, bahar, mahzen-i erzak bir vagondur, gaipten gelir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Dokuzuncu Söz / Sonraki Risale: On Birinci Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ahali : halk
beyanname : açıklama belgesi
cüz’î : küçük, az
dehalet etmek : sığınmak, aman dilemek
ferman : buyruk
feylesofâne : felsefeci gibi
firengî : Batı kültürü
gaip : görünmeyen âlem
hâkim : hükümdar, idareci
harap : yıkılma, yok edilme
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
ilânname : duyuru
intizam : düzen
istifade : faydalanma, yararlanma
istihdam edilmek : çalıştırılmak
kafile : grup, topluluk
kâtip : yazar
kıymettar : kıymetli, değerli
mahzen-i erzak : yenilecek ve içilecek şeylerin bulunduğu yer, depo
mâlik : sahip
manevra meydanı : eğitim ve deneme yeri
men etmek : yasaklamak
meşher : sergi
mîrî malı : devlete ait mal, kamu malı
mukabil : karşılık
muntazam : düzenli
musannâ : sanatla yapılmış
muvakkat : geçici
mükâfat : ödül
münazara : tartışma
nihayet : son
noksan : eksik
safsatiyât : anlamsız ve uydurma şeyler
sanayi-i garibe-i sultaniye : saltanata, devlete ait antika sanatlar
sikke : mühür, işaret
şedid : şiddetli
şimendifer : tren
tasarruf : dilediği gibi kullanma
tebdil edilmek : değiştirilmek
temerrüt : inat
turra : padişaha ait mühür, nişan
vakıf malı : herkesin faydasına sunulmuş mal
Yükleniyor...