Yine hatıra gelir ki: Dersin, “Birkaç dakikada binler sene mesafeyi kat’ etmek aklen muhaldir.”

Biz de deriz ki: Sâni-i Zülcelâlin san’atında, harekât nihayet derecede muhteliftir. Meselâ, savtın sür’atiyle ziya, elektrik, ruh, hayal sür’atleri ne kadar mütefavit olduğu malûm. Seyyârâtın dahi, fennen harekâtı o kadar muhteliftir ki, akıl hayrettedir. Acaba lâtif cismi, uruçta sür’atli olan ulvî ruhuna tâbi olmuş, ruh sür’atinde hareketi nasıl akla muhalif görünür? Hem on dakika yatsan, bazı olur ki, bir sene kadar hâlâta maruz olursun. Hattâ bir dakikada insan gördüğü rüyayı, onun içinde işittiği sözleri, söylediği kelimâtı toplansa, uyanık âleminde bir gün, belki daha fazla zaman lâzımdır. Demek oluyor ki, bir zaman-ı vahid, iki şahsa nisbeten, birisine bir gün, birisine de bir sene hükmüne geçer. Şu mânâya bir temsil ile bak ki:

İnsanın hareketinden, güllenin hareketinden, savttan, ziyadan, elektrikten, ruhtan, hayalden tezahür eden sür’at-i harekâtta bir mikyas olmak için şöyle bir saat farz ediyoruz ki: O saatte on iğne var. Birisi saatleri gösterir. Biri de, ondan altmış defa daha geniş bir dairede dakikayı sayar. Birisi altmış defa daha geniş bir daire içinde saniyeleri, diğeri yine altmış defa daha geniş bir dairede sâliseleri, ve hâkezâ râbiaları, hâmiseleri, sâdise, sâbia, sâmine, tâsia, tâ âşireleri sayacak gayet muntazam, azîm bir dairede birer ibre farz ediyoruz. Faraza, saati sayan ibrenin dairesi küçük saatimiz kadar olsa, herhalde âşireleri sayan ibrenin dairesi arzın medar-ı senevîsi kadar, belki daha fazla olmak lâzım gelir.

Şimdi iki şahıs farz ediyoruz. Biri, saati sayan ibreye binmiş gibi, o ibrenin harekâtına göre temâşâ ediyor. Diğeri, âşireleri sayan ibreye binmiş. Bu iki şahsın bir zaman-ı vahidde müşahede ettikleri eşya, saatimizle arzın medar-ı senevîsi nisbeti gibi, meşhudatça pek çok farkları vardır. İşte zaman, çünkü harekâtın bir rengi, bir levni, yahut bir şeridi hükmünde olduğundan, herekâtta câri olan bir hüküm, zamanda dahi câridir. İşte, bir saatte meşhudatımız, bir saatin saati sayan ibresine binen zîşuur şahsın meşhudatı kadar olduğu ve hakikat-i ömrü de o kadar olduğu halde; âşire ibresine binen şahıs gibi, aynı zamanda, o muayyen saatte, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, burak-ı tevfik-i İlâhîye biner, berk gibi bütün daire-i mümkinatı kat’ edip, acaib-i mülk ve melekûtu görüp, daire-i vücub noktasına çıkıp, sohbete müşerref olup, rüyet-i cemâl-i İlâhîye mazhar olarak, fermanı alıp vazifesine dönebilir ve dönmüş ve öyledir.

« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Birinci Esas / Sonraki Risale: Üçüncü Esas
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âşire : saatin dakika ve saniye gibi on birim küçüğü olan zaman dilimi; tâsiânın altmışta biri
berk : şimşek
burak-ı tevfik-i İlâhiye : Allah’ın burak gibi hızlı olan başarı ihsanı
câri : geçerli, yürürlükte
ecsâm-ı nuranî : nurlu cisimler
ef’al : fiiller, hareketler
ehl-i Cennet : Cennet ehli
emsal : benzerler
erkân : esaslar, şartlar
ferman : emir, buyruk
ferş : yer
hakikat-i ömr : gerçek ömür
harekât : hareketler
hükmetmek : karar vermek
ibre : iğne, gösterge
ihbarat-ı sadıka : içinde yanlış ihtimali bulunmayan doğru haberler
imkân : olabilirlik
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kâmil : kemâl ve fazilet sahibi
kozmoğrafya : astronomi
levn : renk
mahşer : haşir meydanı; kıyametten sonra insanların tekrar diriltilip toplanacakları yer
mazhar : erişme, nail olma
melâike : melekler
meşhudat : gözlemler, görülen şeyler
Mirac : yükseliş, Allah’ın huzuruna çıkmak
muayyen : belirlenmiş, kararlaştırılmış
mümkün : imkan dahilinde olan, olabilir
müşerref olmak : şereflenmek
nevi : tür, çeşit
Resul-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
rüyet-i cemâl-i İlâhîye : Allah cemâlini görme
seyr ü sülûk : mânevî ve ruhî yolculuk
seyyare : gezegen
urûc etmek : yükselmek
urûc-u ruhanî : ruhen yükseliş
vaki : olma, meydana gelme
vazife : görev
velî : Allah dostu
vuku : olma, meydana gelme
zîilim : ilim sahibi
zîiman : iman sahibi
zîkalb : kalp sahibi, mânevî kalp ehli
zînazar : bakış sahibi
zîşuur : şuurlu, bilinçli
âlem : dünya
arz : dünya
âşire : tasiânın altmışta biri
ayn-ı hikmet : hikmetin ta kendisi
azîm : çok büyük
cesed-i mübarek : mübarek ceset
eşya : şeyler, varlıklar
faraza : varsayalım ki
farz etmek : varsaymak
fennen : bilimsel olarak
hâkezâ : böylece, bunun gibi
hâlât : haller, durumlar
hâmise : râbianın altmışta biri
harekât : hareketler
ibre : iğne, gösterge
kat’ etmek : aşmak, yol almak
kelimât : kelimeler
lâtif : cismanî olmayan, ruhla ilgili
malûm : bilinen
mânâ : anlam
maruz : uğrama, tesirinde kalma
medar-ı senevî : dünyanın güneş etrafında dönerken bir sene içinde çizdiği yörünge
meşhudatça : gözlemce
mikyas : ölçek
muhal : imkansız
muhalif : aykırı
muhtelif : çeşitli
muntazam : düzenli, intizamlı
müşahede etmek : görmek, gözlemlemek
mütefavit : farklı farklı
nihayet derecede : sonsuz derece
nisbet : oran, ölçü
nisbeten : kıyasla, oranla
râbia : sâlisenin altmışta biri
refakat : arkadaşlık
sâbia : sâdisenin altmışta biri
sâdise : hâmisenin altmışta biri
sâlise : saniyenin altmışta biri
sâmine : sâbianın altmışta biri
Sâni-i Zülcelâl : herşeyi san’atlı bir şekilde yapan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah
saniye : dakikanın altmışta biri
savt : ses
seyyârât : gezegenler
sür’at : hız
sür’at-i harekât : hareketlerin hızı
tâbi : uyma
tâsia : sâminenin altmışta biri
temâşâ : seyretme
temsil : kıyaslama tarzında benzetme, analoji
tezahür : görünme, ortaya çıkma
ulvî : yüce
uruç : yükseliş
zaman-ı vahid : aynı zaman dilimi
zât-ı Ahmediye : Peygamberimiz Hz. Muhammed’in zâtı, şahsiyeti
ziya : ışık
Yükleniyor...