Şimdi deriz: Ey ehl-i şirkin vekili! İşte, silsile-i kâinat kadar kuvvetli burhanlar, meslek-i tevhidi ispat eder ve bir Kadîr-i Mutlakı gösterir. Madem hilkat-i semâvât ve arz, bir Sâni-i Kadîri ve o Sâni-i Kadîrin nihayetsiz bir kudretini ve o nihayetsiz kudretin nihayetsiz kemâlde olduğunu gösterir. Elbette, şeriklerden istiğna-yı mutlak var. Yani, hiçbir cihette şeriklere ihtiyaç yok. İhtiyaç olmadığı halde neden bu zulümatlı meslekte gidiyorsunuz? Ne zorunuz var ki oraya giriyorsunuz?

Hem de şürekâya hiçbir ihtiyaç olmadığı ve kâinat onlardan müstağni-yi mutlak oldukları halde, şerik-i ulûhiyet gibi, rububiyet ve icad şerikleri dahi mümtenidirler, vücutları muhaldir. Çünkü, semâvât ve arzın Sâniindeki kudret, hem nihayet kemâlde, hem nihayetsiz olduğunu ispat ettik. Eğer şerik bulunsa, mütenâhi diğer bir kudret, o nihayetsiz ve gayet kemâldeki kudreti mağlûp edip bir kısım yer zaptetmek ve ona nihayet vermek ve mânen âciz bırakıp, hadsiz olduğu halde tahdit etmek ve hiçbir mecburiyet olmadan, bir mütenâhi şey, nihayetsiz bir şeye, nihayetsiz olduğu bir vakitte nihayet vermek ve mütenâhi yapmak lâzım gelir ki, bu, muhâlâtın en gayr-ı makulü ve mümteniâtın en katmerlisidir.

Hem şerikler müstağniyetün anhâ ve mümteniatün bizzat, yani hiç onlara ihtiyaç olmadığı gibi vücutları muhal oldukları halde, onları dâvâ etmek sırf tahakkümîdir. Yani, aklen, mantıken, fikren o dâvâyı ettirecek bir sebep olmadığı için, mânâsız sözler hükmündedir; ilm-i usulce “tahakkümî” tabir edilir. Yani, mânâsız dâvâ-yı mücerrettir. İlm-i kelâm ve ilm-i usulün düsturlarındandır ki, denilir:

لاَعِبْرَةَ لِلاِحْتِمَالِ الْغَيْرِ النَّاشِى عَنْ دَلِيلٍ وَلاَينُاَفِى اْلاِمْكَانُ الذَّاتِىُّ الْيَقِينَ الْعِلْمِىَّ

Yani, “Bir delilden, bir emareden neş’et etmeyen bir ihtimalin ehemmiyeti yok; kat’î ilme şek katmaz, yakîn-i hükmîyi sarsmaz.” Meselâ, zâtında Barla Denizi (yani Eğirdir Gölü), imkân ve ihtimal var ki, pekmez olsun, yağa inkılâb etmiş olsun. Fakat, madem bir emareden o imkân ve ihtimal neş’et etmiyor; onun vücuduna ve su olduğuna kat’î ilmimize tesir etmez, şek ve vesvese vermez.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Sonraki Risale: Üçüncü Mevkıf
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âciz : güçsüz, zayıf
arz : yer, dünya
cihet : yön
dâvâ : iddia
dâvâ-yı mücerret : delilsiz iddia, sadece bir iddia
düstur : prensip, kural
emâre : belirti, işaret
gayet : sonsuz
gayr-ı makul : akla uymayan
hadsiz : sınırsız
hilkat-i semâvat ve arz : göklerin ve yerin yaratılışı
icad : yaratma, var etme
ilm-i kelâm : iman hakikatlerini ispat eden ve açıklayan bilim dalı
ilm-i usul : usul ilmi, metodoloji
imkân : olabilirlik
inkılâb etmek : dönüşmek
istiğna-yı mutlak : sınırsız zenginlik, hiçbir şeye muhtaç olmayış
Kadîr-i Mutlak : herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi Allah
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kat’î : kesin
kemâl : kusursuzluk, mükemmellik
kudret : güç, iktidar
mânen : mânevî olarak
mecburiyet : zorunluluk
meslek-i tevhid : tevhid yolu
muhal : imkânsız
muhâlât : olması imkânsız şeyler
mümteinatün bizzat : bizzat varlığı imkânsız olanlar
mümteni : imkansız
mümteniât : olması imkansız şeyler
müstağniyetün anha : kendilerine hiç ihtiyaç olmayanlar
müstağni-yi mutlak : hiçbir şekilde ihtiyacı olmayan
mütenâhi : sonu olan, biten
neş’et : doğma, meydana gelme
nihayet : son derece
rububiyet : Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
Sâni : herşeyi san’atla yaratan Allah
Sâni-i Kadîr : herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi ve herşeyi san’atla yaratan Allah
semâvât : gökler
şek : şüphe
şerik-i ulûhiyet : ilâhlığa ortak dâvâ etme
şürekâ : ortaklar
tahakkümî : zoraki ve delilsiz iddia
tahdit etmek : sınırlamak
vücut : varlık
yakîn-i hükmî : ilimle kesinlik kazanmış husus, inanç, bilgi
zaptetmek : tutmak
zulümatlı : karanlık
Yükleniyor...