Askerlik nizamını seven, çanta ve silâhını muhafaza eden ve sağa giden nefer ise, kimseden minnet almayarak, kimseden havf etmeyerek, rahat-ı kalb ve vicdan ile gider. Ta o matlup şehre yetişir; orada, vazifesini güzelce yapan bir namuslu askere münasip bir mükâfat görür.

İşte ey nefs-i serkeş! Bil ki, o iki yolcu, biri mutî-i kanun-u İlâhî, birisi de âsi ve hevâya tabi insanlardır. O yol ise hayat yoludur ki, âlem-i ervahtan gelip kabirden geçer, âhirete gider. O çanta ve silâh ise, ibadet ve takvâdır. İbadetin çendan zahirî bir ağırlığı var. Fakat mânâsında öyle bir rahatlık ve hafiflik var ki, tarif edilmez. Çünkü âbid namazında der: "Eşhedü en lâ ilâhe illâllah." Yani, "Hâlık ve Rezzak Ondan başka yoktur. Zarar ve menfaat Onun elindedir. O hem Hakîmdir, abes iş yapmaz; hem Rahîmdir, ihsanı, merhameti çoktur" diye itikad ettiğinden, her şeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur, dua ile çalar. Hem her şeyi kendi Rabbisinin emrine musahhar görür. Rabbisine iltica eder, tevekkül ile istinad edip her musibete karşı tahassun eder. Îmânı ona bir emniyet-i tâmme verir.

Evet, her hakikî hasenât gibi, cesaretin dahi menbaı imandır, ubûdiyettir. Her seyyiât gibi cebânetin dahi menbaı dalâlettir. Evet, tam münevverü'l-kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki, harika bir kudret-i Samedâniyeyi lezzetli bir hayretle seyredecek. Fakat, meşhur bir münevverü'l-akıl denilen kalbsiz bir fâsık feylesof ise, gökte bir kuyrukluyıldızı görse, yerde titrer, "Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı?" der, evhâma düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan koca Amerika titredi. Çokları gece vakti hanelerini terk ettiler.)
Önceki Risale: İkinci Söz / Sonraki Risale: Dördüncü Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

abes : anlamsız, boş
âbid : Allah'a ibadet eden, kul
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat
âlem-i ervah : ruhlar âlemi
arz : dünya
âsi : isyankâr
cebânet : korkaklık, aşırı ürkeklik
çendan : gerçi
dalâlet : hak yoldan sapkınlık, inançsızlık
emniyet-i tâmme : tam bir güven
fâsık : günahkâr
feylesof : filozof, felsefeci
hakikî : gerçek, doğru
Hakîm : herşeyi hikmetle yapan Allah
Hâlık : herşeyi yoktan yaratan Allah
hane : ev
hasenât : iyilikler, sevaplar
havf etmek : korkmak
hazine-i rahmet : rahmet hazinesi
iltica etmek : sığınmak
istinad etmek : dayanmak
itikad etmek : inanmak
küre-i arz : yerküre, dünya
matlup : istenen, hedeflenen
menba : kaynak
minnet : iyilik karşısında kendini borçlu hissetmek
muhafaza etmek : korumak
musahhar : boyun eğen
musibet : belâ, sıkıntı
mutî-i kanun-u İlâhî : Allah'ın emir ve yasaklarına itaat eden kişi
mükâfat : ödül
münasip : uygun
münevverü'l-akıl : aklı bilimle aydınlanmış
münevverü'l-kalb : kalbi imanla aydınlanmış
nefsi serkeş : söz dinlemeyen nefis
nizam : düzen, kanun
Rahîm : sonsuz merhamet ve şefkat sahibi Allah
Rezzak : bütün yaratılmışların rızkını veren Allah
seyyiât : kötülükler, günahlar
tabi : uyan
tahassun etmek : sığınmak
ubûdiyet : Allah'a kulluk
zahirî : görünüşte
Yükleniyor...