Zira küfür, çendan bir seyyiedir. Fakat bütün kâinatı kıymetsizlikle ve abesiyetle tahkir ve delâil-i vahdâniyeti gösteren bütün mevcudatı tekzip ve bütün tecelliyât-ı esmâtezyif olduğundan, bütün kâinat ve mevcudat ve esmâ-i İlâhiye namına, Cenâb-ı Hak kâfirden şedit şikâyet ve dehşetli tehdidat etmek ayn-ı hikmettir ve ebedî azap vermek ayn-ı adalettir.

Madem insan küfür ve isyanla tahribat tarafına gidiyor; az bir hizmetle pek çok işleri yapar. Onun için, ehl-i iman, onlara karşı Cenâb-ı Hakkın inâyet-i azîmine muhtaçtır. Çünkü, on kuvvetli adam, bir evin muhafazasını ve tamiratını deruhte etse, haylaz bir çocuğun o haneye ateş vermeye çalışmasına karşı, o çocuğun velisine, belki padişahına müracaata, yalvarmaya mecbur olması gibi, mü’minlerin de böyle edepsiz ehl-i isyana karşı dayanmak için Cenâb-ı Hakkın çok inâyâtına muhtaçtırlar.

Elhasıl: Eğer kader ve cüz-ü ihtiyarîden bahseden adam, ehl-i huzur ve kemâl-i iman sahibi ise, kâinatı ve nefsini Cenâb-ı Hakka verir, Onun tasarrufunda bilir. O vakit hakkı var kaderden, cüz-ü ihtiyarîden bahsetsin. Çünkü madem nefsini ve herşeyi Cenâb-ı Haktan bilir; o vakit cüz-ü ihtiyarîye istinad ederek mes’uliyeti deruhte eder; seyyiâta merciiyeti kabul edip Rabbini takdis eder, daire-i ubûdiyette kalıp teklif-i İlâhiyeyi zimmetine alır. Hem kendinden sudur eden kemâlât ve hasenatla gururlanmamak için kadere bakar, fahr yerine şükreder. Başına gelen musibetlerde kaderi görür, sabreder.

Eğer kader ve cüz-ü ihtiyarîden bahseden adam ehl-i gaflet ise, o vakit kaderden ve cüz-ü ihtiyarîden bahse hakkı yoktur. Çünkü nefs-i emmâresi, gaflet veya dalâlet saikasıyla kâinatı esbaba verip Allah’ın malını onlara taksim eder, kendini de kendine temlik eder. Fiilini kendine ve esbaba verir, mes’uliyeti ve kusuru kadere havale eder. O vakit, nihayette Cenâb-ı Hakka verilecek olan cüz-ü ihtiyarî ve en nihayette medar-ı nazar olacak olan kader bahsi mânâsızdır. Yalnız, bütün bütün onların hikmetine zıt ve mes’uliyetten kurtulmak için bir desise-i nefsiyedir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Beşinci Söz / Sonraki Risale: Yirmi Yedinci Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

abesiyet : faydasızlık, gayesizlik
ayn-ı adalet : adaletin ta kendisi
ayn-ı hikmet : hikmetin ta kendisi
daire-i ubûdiyet : kulluk dairesi
dehşetli : korkunç
delâil-i vahdâniyet : Allah’ın birlik delilleri
deruhte : yerine getirmek
ebedî : sonsuz
elhasıl : özetle, sonuç olarak
esmâ-i İlâhiye : Allah’ın isimleri
fahr : övünme, gururlanma
inâyet-i azîm : büyük yardım
istinad etmek : dayanmak
kader : Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlaması
kâfir : Allah’ın veya Allah’ın bildirdiği kesin olan herhangi birşeyi inkâr eden kimse
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kemâlât : faziletler, iyilikler, mükemmel özellikler
kemâl-i iman : tam bir iman
küfür : inkâr, inançsızlık
merciiyet : müracaat yeri olma
mes’uliyet : sorumluluk
mevcudat : varlıklar
muhafaza : koruma
musibet : belâ, felaket
müracaat : başvurma
nefis : can, hayat
nefs-i emmâre : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
Rab : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
seyyiât : kötülükler, günahlar
seyyie : kötülük
sudur etmek : çıkmak
şedit : şiddetli
tahkir : aşağılama, hakaret etme
tahribat : yıkıp yok etmeler, bozmalar
takdis : Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutma
tamirat : tamirler, düzeltmeler
tasarruf : dilediği gibi kullanma ve yönetme
tecelliyât-ı esmâ : Allah’ın isimlerinin tecellileri, yansımaları
tehdidat : tehditler
teklif-i İlâhî : İlâhî yükümlülük Allah’ın kullarına yüklediği görev
tekzip : yalanlama
tezyif : küçük düşürme
zimmet : sorumluluk
zira : çünkü
Yükleniyor...