Amma neş’e ise, o da iki kısımdır: Birisi nefsi hevesâtına teşvik eder. O da tiyatrocu, sinemacı, romancı medeniyetin edebiyatının şe’nidir. İkinci neş’e, nefsi susturup ruhu, kalbi, aklı, sırrı maâliyâta, vatan-ı aslîlerine, makarr-ı ebedîlerine, ahbab-ı uhrevîlerine yetişmek için lâtif ve edebli, masumâne bir teşviktir ki, o da Cennet ve saadet-i ebediyeye ve rüyet-i cemâlullaha beşeri sevk eden ve şevke getiren Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın verdiği neş’edir. İşte,

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ اْلاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰۤى اَنْ يَأْتوُا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لاَ يَأْتوُنَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيراً 1

ifade ettiği azîm mânâ ve büyük hakikat, kasıru’l-fehim olanlarca ve dikkatsizlikle, mübalâğalı bir belâğat için muhal bir suret zannediliyor. Hâşâ! Mübalâğa değil, muhal bir suret değil, ayn-ı hakikat bir belâğat ve mümkün ve vaki bir surettedir.

O suretin bir vechi şudur ki: Yani, Kur’ân’dan tereşşuh etmeyen ve Kur’ân’ın malı olmayan ins ve cinnin bütün güzel sözleri toplansa, Kur’ân’ı tanzir edemez demektir. Hem edememiş ki, gösterilmiyor.

İkinci vecih şudur ki: Cin ve insin, hattâ şeytanların netice-i efkârları ve muhassala-i mesaileri olan medeniyet ve hikmet-i felsefe ve edebiyat-ı ecnebiye, Kur’ân’ın ahkâm ve hikmet ve belâğatine karşı âciz derekesindedirler demektir. Nasıl da nümunesini gösterdik.

ÜÇÜNCÜ CİLVE: Kur’ân-ı Hakîm, her asırdaki tabakat-ı beşerin herbir tabakasına, güya doğrudan doğruya o tabakaya hususî müteveccihtir, hitap ediyor. Evet, bütün benî Âdeme bütün tabakatıyla en yüksek ve en dakik ilim olan imana ve en geniş ve nuranî fen olan marifetullaha ve en ehemmiyetli ve mütenevvi maarif olan ahkâm-ı İslâmiyeye davet eden, ders veren Kur’ân ise, her nev’e, her taifeye muvafık gelecek bir ders vermek elzemdir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “De ki: And olsun, eğer bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler.” İsrâ Sûresi, 17:88.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Dördüncü Söz / Sonraki Risale: Yirmi Altıncı Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âciz : güçsüz, zayıf
ahbab-ı uhrevî : âhiretteki dostlar
ahkâm : hükümler
ahkâm-ı İslâmiye : İslâmın hükümleri
ayn-ı hakikat : gerçeğin ta kendisi
azîm : büyük, yüce
belâğat : sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söylenmesi
benî Âdem : Âdemoğulları, insanlık
beşer : insan
dakik : ince, derin
dereke : en aşağı derece
edebiyat-ı ecnebiye : yabancı edebiyat
fen : ilim
hakikat : gerçek, doğru
hâşâ : asla öyle değil
hikmet : her şeyi yerli yerinde gösteren doğru bilgi
hikmet-i felsefe : felsefe ilmi
hitap etmek : konuşmak
kasıru’l-fehim : anlayışı kısa
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan : açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
lâtif : güzel, hoş
maâliyât : yüksek ve derin fikirler
maarif : bilgiler
makarr-ı ebedî : sonsuz kalınacak yer
marifetullah : Allah’ı tanıma ve bilme
masumâne : masumca, günahsızca
muhal : imkânsız
muhassala-i mesai : çalışmalardan elde edilen netice
mübalâğa : abartı
mütenevvi : çeşitli
müteveccih : yönelik
netice-i efkâr : fikirlerin sonucu
nev’ : tür
nuranî : nurlu, parlak
nümune : örnek
rüyet-i cemâlullah : Allah’ın cemâlini görme
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
suret : şekil, biçim
şe’n : özellik
tabakat-ı beşer : insan tabakaları
tanzir etmek : benzerini yapmak
tereşşuh : sızma
vaki : olmuş, meydana gelmiş
vatan-ı aslî : gerçek vatan olan cennet
vecih : yön, taraf
Yükleniyor...