Evet, hakikat-i mutlaka, mukayyet enzar ile ihata edilmez. Kur’ân gibi bir nazar-ı küllî lâzım ki ihata etsin. Kur’ân’dan başka, çendan Kur’ân’dan da ders alıyorlar, fakat hakikat-i külliyenin, cüz’î zihniyle yalnız bir iki tarafını tamamen görür, onunla meşgul olur, onda hapsolur. Ya ifrat veya tefritle hakaikın muvazenesini ihlâl edip tenasübünü izale eder. Şu hakikat Yirmi Dördüncü Sözün İkinci Dalında acip bir temsille izah edilmiştir. Şimdi de başka bir temsille şu meseleye işaret ederiz.

Meselâ, bir denizde, hesapsız cevherlerin aksâmıyla dolu bir definenin bulunduğunu farz edelim. Gavvas dalgıçlar, o definenin cevahirini aramak için dalıyorlar. Gözleri kapalı olduğundan, el yordamıyla anlarlar. Bir kısmının eline uzunca bir elmas geçer. O gavvas hükmeder ki, bütün hazine, uzun direk gibi bir elmastan ibarettir. Arkadaşlarından, başka cevahiri işittiği vakit hayal eder ki, o cevherler bulduğu elmasın tâbileridir, fusus ve nukuşlarıdır. Bir kısmının da kürevî bir yakut eline geçer. Başkası, murabba bir kehribar bulur, ve hâkezâ, herbiri eliyle gördüğü cevheri, o hazinenin aslı ve mu’zamı itikad edip, işittiklerini o hazinenin zevâid ve teferruatı zanneder. O vakit hakaikın muvazenesi bozulur. Tenasüp de gider. Çok hakikatin rengi değişir. Hakikatin hakikî rengini görmek için tevilâta ve tekellüfâta muztar kalır. Hattâ, bazan inkâr ve tâtile kadar giderler. Hükema-yı işrâkıyyunun kitaplarını ve sünnetin mizanıyla tartmayıp keşfiyat ve meşhudâtına itimad eden mutasavvıfînin kitaplarını teemmül eden, bu hükmümüzü bilâşüphe tasdik eder. Demek, hakaik-ı Kur’âniyenin cinsinden ve Kur’ân’ın dersinden aldıkları halde —çünkü Kur’ân değiller- böyle nâkıs geliyor.

Bahr-i hakaik olan Kur’ân’ın âyetleri dahi o deniz içindeki definenin bir gavvâsıdır. Lâkin onların gözleri açık; defineyi ihata eder. Definede ne var, ne yok, görür. O defineyi öyle bir tenasüp ve intizam ve insicamla tavsif eder, beyan eder ki, hakikî hüsn-ü cemâli gösterir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Dördüncü Söz / Sonraki Risale: Yirmi Altıncı Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

define : hazine
enzar : bakışlar, dikkatler
farz etmek : varsaymak
fusus : yüzük taşları
gavvas : define arayan dalgıç
hakaik : gerçekler, doğrular
hakaik-i Kur’âniye : Kur’ân’ın gerçekleri
hâkezâ : bunun gibi
hakikat : gerçek, doğru
hakikat-i külliye : herşeyle ilgisi olan, çok büyük ve geniş hakikat
hakikat-i mutlaka : kesin ve kayıtsız gerçek
hükema-yı işrâkıyyun : bilginin kaynağının mânevî aydınlanma, sezgi ve ilham olduğu görüşünü savunan filozoflar
ifrat : aşırılık
ihata etmek : kuşatmak, kapsamak
ihlâl etmek : bozmak
inkâr : kabul etmeme
itikad etmek : inanmak
itimad etmek : güvenmek
izah : açıklama
izale etmek : ortadan kaldırmak
kehribar : birşeye hızlı bir şekilde sürüldüğü zaman hafif şeyleri kendine çeken değerli bir taş
keşfiyat : keşifler, mânevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görme
kürevî : yuvarlak
meşhudat : kalb gözüyle görülen şeyler
mizan : ölçü, tartı
mu’zam : birşeyin en büyük kısmı
mukayyet : kayıtlı, sınırlı
murabba : dört köşeli
mutasavvıfîn : tasavvuf ehli olanlar
muvazene : denge
muztar : mecbur, çaresiz
nâkıs : eksik
nazar-ı küllî : herşeyi görebilen bakış
nukuş : nakışlar
sünnet : Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler
şecere-i uzmâ : en büyük ağaç
tâbi : uyan
tasdik etmek : kabul etmek, doğrulamak
tâtil : reddetme, terketme
teemmül : düşünme, inceden inceye araştırma
teferruat : ayrıntılar
tefrit : tersine aşırılık, normalden aşağı olma
tekellüfât : zorluklar
temsil : kıyaslama tarzında benzetmek, analoji
tenasüb : uygunluk
tevilât : yorumlar
zevâid : fazlalıklar
Yükleniyor...