İşte, en küçük zîhayatta hayat böyle tesirini gösterse, elbette hayat, tabaka-i insaniye olan en yüksek mertebeye çıktıkça öyle bir inbisat ve inkişaf ve tenevvür eder ki, hayatın ziyası olan şuur ile, akıl ile, bir insan, kendi hanesindeki odalarda gezdiği gibi, o zîhayat, kendi aklıyla avâlim-i ulviyede ve ruhiyede ve cismaniyede gezer. Yani, o zîşuur ve zîhayat, mânen o âlemlere misafir gittiği gibi, o âlemler dahi o zîşuurun mir’ât-ı ruhuna misafir olup, irtisam ve temessül ile geliyorlar.

Hayat, Zât-ı Zülcelâlin en parlak bir burhan-ı vahdeti ve en büyük bir maden-i nimeti ve en lâtif bir tecellî-i merhameti ve en hafî ve bilinmez bir nakş-ı nezih-i san’atıdır.

Evet, hafî ve dakiktir. Çünkü, envâ-ı hayatın en ednâsı olan hayat-ı nebat ve o hayat-ı nebatın en birinci derecesi olan çekirdekteki ukde-i hayatiyenin tenebbühü, yani uyanıp açılarak neşvünemâ bulması o derece zâhir ve kesrette ve mebzuliyette ülfet içinde, zaman-ı Âdem’den beri hikmet-i beşeriyenin nazarında gizli kalmıştır. Hakikati, hakikî olarak beşerin aklıyla keşfedilmemiş.

Hem hayat o kadar nezih ve temizdir ki, iki vechi, yani mülk ve melekûtiyet vecihleri temizdir, paktır, şeffaftır. Dest-i kudret, esbabın perdesini vaz etmeyerek, doğrudan doğruya mübaşeret ediyor. Fakat sair şeylerdeki umur-u hasiseye ve kudretin izzetine uygun gelmeyen nâpâk keyfiyât-ı zâhiriyeye menşe olmak için, esbab-ı zâhiriyeyi perde etmiştir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Sekizinci Söz / Sonraki Risale: Otuzuncu Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

avâlim-i ulviye ve ruhiye ve cismaniye : yüce, ruhî ve cismanî âlemler
burhan-ı vahdet : birlik delili
dakik : ince, derin
dest-i kudret : Allah’ın kudret eli
gayr-ı meş’ur : bilincine varılmayan
havass-ı zâhire ve bâtına : iç ve dış duyu organları
inbisat : genişleme, yayılma
inkişaf : açılma
irtisam : resmedilme
izzet : şeref, yücelik
lâtif : güzel, hoş
maden-i nimet : nimet kaynağı
mebzuliyet : bolluk
melekûtiyet : birşeyin içyüzü, aslı, esası
menşe : kaynak
mir’ât-ı ruh : ruh aynası
mübadele : değiş tokuş
mübaşeret : temas
mülk : birşeyin dış, görünen yüzü
nakş-ı nezih-i san’at : san’atın güzel nakşı
nâpâk : temiz olmayan
neşvünemâ : büyüyüp gelişme
sâika : sevk edici
sair : diğer
şeffaf : saydam
şuur : bilinç, idrak
tabaka-i insaniye : insan tabakası
temessül : belirme, görünme
tenebbüh : uyanış, yeşerme
tenevvür : nurlanma, aydınlanma
ukde-i hayatiye : hayat çekirdeği
umur-u hasise : alçak ve değersiz işler
ülfet : alışkanlık
ünsiyet : dostluk, canayakınlık
vaz etmek : koymak, yerleştirmek
Zât-ı Zülcelâl : sonsuz büyüklük sahibi ve şanı yüce Allah
zîhayat : canlı
zîşuur : şuur sahibi, bilinçli
Yükleniyor...