İki adam, biri bedevî, vahşî, diğeri medenî, aklı başında olarak, arkadaş olup İstanbul gibi haşmetli bir şehre gidiyorlar. O medenî, muhteşem şehrin uzak bir köşesinde pis, perişan, küçük bir haneye, bir fabrikaya rastgeliyorlar. Görüyorlar ki, o hane amele, sefil, miskin adamlarla doludur. Acip bir fabrika içinde çalışıyorlar. O hanenin etrafı da zîruh ve zîhayatlarla doludur. Fakat onların medar-ı taayyüşü ve hususî şerâit-i hayatiyeleri vardır ki, onların bir kısmı âkilü’n-nebattır, yalnız nebâtatla yaşıyorlar. Diğer bir kısmı âkilü’s-semektir, balıktan başka birşey yemiyorlar.

O iki adam bu hali görüyorlar. Sonra bakıyorlar ki, uzakta binler müzeyyen saraylar, âli kasırlar görünüyor. O sarayların ortalarında geniş destgâhlar ve vüs’atli meydanlar vardır. O iki adam, uzaklık sebebiyle veyahut göz zayıflığıyla veya o sarayın sekenelerinin gizlenmesi sebebiyle, o sarayın sekeneleri o iki adama görünmüyorlar. Hem şu perişan hanedeki şerâit-i hayatiye o saraylarda bulunmuyor.

O vahşî, bedevî, hiç şehir görmemiş adam, bu esbaba binaen görünmediklerinden ve buradaki şerâit-i hayat orada bulunmadığından, der: “O saraylar, sekenelerden hâlidir, boştur, zîruh içinde yoktur” der, vahşetin en ahmakça bir hezeyanını yapar.

İkinci adam der ki: Ey bedbaht! Şu hakir, küçük haneyi görüyorsun ki, zîruhla, amelelerle doldurulmuş. Ve biri var ki, bunları her vakit tazelendiriyor, istihdam ediyor. Bak, bu hane etrafında boş bir yer yoktur; zîhayat ve zîruhla doldurulmuştur. Acaba hiç mümkün müdür ki, şu uzakta bize görünen şu muntazam şehrin, şu hikmetli tezyinatın, şu san’atlı sarayların, onlara münasip âli sekeneleri bulunmasın? Elbette o saraylar umumen doludur ve onlarda yaşayanlara göre başka şerâit-i hayatiyeleri var. Evet, ot yerine belki börek yerler; balık yerine baklava yiyebilirler. Uzaklık sebebiyle veyahut gözünün kabiliyetsizliği veya onların gizlenmekliğiyle sana görünmemeleri, onların olmamalarına hiçbir vakit delil olamaz. Adem-i rüyet, adem-i vücuda delâlet etmez. Görünmemek, olmamaya hüccet olamaz.

« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Sekizinci Söz / Sonraki Risale: Otuzuncu Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acip : acaip, tuhaf
adem-i rüyet : görmeme
adem-i vücud : olmama
ahmakça : akılsızca
âkilü’n-nebat : ot yiyen, otobur
âkilü’s-semek : balık yiyen
âli : yüce
amele : işçi
bedbaht : talihsiz
bedevî : çölde yaşayan, göçebe
binaen : dayanarak
dalâlet : hak yoldan sapkınlık, inançsızlık
delâlet : delil olma, işaret etme
destgâh : tezgâh
divanelik : akılsızlık
esbab : sebepler
hakir : hor ve değersiz, önemsiz
hâli : boş
hane : ev
haşmetli : görkemli
hezeyan : saçmalama
hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olduğunu gösteren ilim
hilâf-ı hakikat : gerçeğe ve doğrulara aykırı
hilâf-ı hikmet : hikmete aykırı
hurafe : saçma inanış
hüccet : delil
İstanbul :
istihdam : çalıştırma
kasır : saray, köşk
medar-ı taayyüş : geçim kaynağı
miskin : fakir
muhteşem : ihtişamlı, görkemli
muntazam : düzenli
münasip : uygun
müzeyyen : süslü
nebâtat : bitkiler
sefil : yoksul
sekene : sâkinler, yerleşmiş olanlar
şerâit-i hayat : hayat şartları
temsil : kıyaslama tarzında benzetme, analoji
tezyinat : süslemeler
umumen : bütünüyle
vahşet : kabalık
vahşî : medenî olmayan, kaba
vüs’atli : geniş
zîhayat : canlı
zîruh : ruh sahibi
Yükleniyor...