Meselâ hararetteki merâtip, burûdetin tahallülü iledir. Hüsündeki derecat, kubhun tedahülü iledir. Ve hâkezâ, kıyas et. Fakat mümkinatta hakikî ve tabiî lüzum-u zâtî olmadığından, mümkinatta zıtlar birbirine girebilmiş, mertebeler tevellüt ederek ihtilâfat ile tagayyürât-ı âlem neş’et etmiştir.

Madem ki kudret-i ezeliyede merâtip olamaz. Öyle ise, makdûrat dahi, bizzarure, kudrete nisbeti bir olur. En büyük en küçüğe müsavi ve zerreler yıldızlara emsal olur. Bütün haşr-i beşer birtek nefsin ihyâsı gibi, bir baharın icadı birtek çiçeğin sun’u gibi o kudrete kolay gelir.

Eğer esbaba isnad edilse, o vakit birtek çiçek, bir bahar kadar ağır olur. Şu Sözün İkinci Makamının dördüncü Allahu ekber mertebesinin âhir fıkrasının haşiyesinde, hem Yirmi İkinci Sözde, hem Yirminci Mektupta ve zeylinde ispat edilmiş ki, hilkat-i eşya Vâhid-i Ehade verilse, bütün eşya birşey gibi kolay olur. Eğer esbaba verilse, birşey bütün eşya kadar külfetli, ağır olur.

İKİNCİ MESELE ki, kudret melekûtiyet-i eşyaya taallûk eder. Evet, kâinatın âyine gibi iki yüzü var. Biri mülk ciheti ki, âyinenin renkli yüzüne benzer. Diğeri melekûtiyet ciheti ki, âyinenin parlak yüzüne benzer.

Mülk ciheti ise, zıtların cevelângâhıdır. Güzel-çirkin, hayır-şer, küçük-büyük, ağır-kolay gibi emirlerin mahall-i vürududur.

İşte, şunun içindir ki, Sâni-i Zülcelâl, esbab-ı zâhirîyi tasarrufât-ı kudretine perde etmiştir tâ, dest-i kudret, zâhir akla göre hasis ve nâlâyık emirlerle bizzat mübaşereti görünmesin. Çünkü azamet ve izzet öyle ister. Fakat o vesait ve esbaba hakikî tesir vermemiştir. Çünkü vahdet-i ehadiyet öyle ister.

Melekûtiyet ciheti ise, herşeyde parlaktır, temizdir. Teşahhusâtın renkleri, muzahrafatları ona karışmaz. O cihet, vasıtasız, kendi Hâlıkına müteveccihtir. Onda terettüb-ü esbab, teselsül-ü ilel yoktur. Ona illiyet, mâlûliyet giremez. Eğri büğrüsü yoktur. Mâniler müdahale edemezler. Zerre, şemse kardeş olur.

Elhasıl, o kudret hem basittir, hem nâmütenâhidir, hem zâtîdir. Mahall-i taallûk-u kudret ise, hem vasıtasız, hem lekesiz, hem isyansızdır. Öyle ise, o kudretin dairesinde, büyük küçüğe karşı tekebbürü yok; cemaat ferde karşı rüçhanı olamaz; küll, cüz’e nisbeten, kudrete karşı fazla nazlanamaz.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Sekizinci Söz / Sonraki Risale: Otuzuncu Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhir : son
Allahu ekber : “Allah en büyüktür”
âyine : ayna
azamet : büyüklük
bizzarure : zorunlu olarak
burûdet : soğukluk
cevelângâh : gezip dolaşılan yer
cihet : taraf, yön
derecat : dereceler
dest-i kudret : kudret eli
emir : iş
emsal : denk, benzer
esbab : sebepler
esbab-ı zâhirî : görünürdeki sebepler
fıkra : kısım, bölüm
hâkezâ : böylece, bunun gibi
hakikî : gerçek, doğru
hararet : sıcaklık
hasis : âdi, değersiz
haşr-i beşer : insanların öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanması
hayır : iyilik
hilkat-i eşya : varlıkların yaratılışı
hüsün : güzellik
icad : var etme, yaratma
ihtilâfat : ihtilaflar, farklılıklar
ihyâ : hayat verme, diriltme
isnad : dayandırma
izzet : şeref, değer, yücelik
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kubh : çirkinlik
kudret : güç, kuvvet, iktidar
kudret-i ezeliye : Allah’ın ezelden beri var olan kudreti, güç ve kuvveti
külfetli : zor, güç
lüzum-u zâtî : varlığının zorunlu şartı ve ayrılmaz temel özelliği
mahall-i vürud : geldiği, göründüğü yer
makdûrat : Allah’ın kudretiyle gerçekleştirdiği işler
melekûtiyet : bir şeyin görünmeyen iç yüzü, aslı, hakikati
melekûtiyet-i eşya : varlıkların görünmeyen iç yüzü, aslı, hakikati
merâtip : mertebeler, dereceler
mübaşeret : temas
mülk : herşeyin görünen dış yüzü
mümkinât : varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olanlar, Allah’ın var etmesine bağlı olanlar
müsavi : eşit, denk
nâlâyık : layık olmayan
nefis : can, kişi
neş’et : doğma, ortaya çıkma
nisbet : oran
Sâni-i Zülcelâl : herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan, sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi Allah
sun’ : yapılma
şer : kötülük
taallûk etmek : ilgilendirmek
tabiî : kendiliğinden, doğal
tagayyürât-ı âlem : âlemdeki değişmeler, başkalaşmalar
tahallül : araya girme
tasarrufât-ı kudret : Allah’ın kudretiyle dilediği gibi icraat ve faaliyetlerde bulunması
vahdet-i ehadiyet : Allah’ın birliği ve tekliği; her bir varlık üzerinde görünen tecellîlerin bir olan Allah’a ait olması
Vâhid-i Ehad : bir olan ve birliği herbir şeyde görülen Allah
Yükleniyor...