Birincisi üç tarzdadır:

Biri, küllî ve umumî bir tecellî ve in’ikâsdır ki, bütün çiçeklere birden ifâzasıdır.

Biri de has bir tecellîdir ki, herbir nev’e göre bir hususî in’ikâsı vardır.

Biri de cüz’î bir tecellîdir ki, herbir çiçeğin şahsiyetine göre bir ifazasıdır.

Şu temsilimiz o kavle göredir ki, çiçeklerin süslü renkleri, güneşin ziyasındaki yedi rengin istihâle-i in’ikâsiyesinden neş’et ediyor; ve bu kavle göre çiçekler dahi güneşin bir çeşit âyineleridir.

İkincisi: Güneşin, kamere ve seyyarelere, Fâtır-ı Hakîmin izniyle verdiği nur ve feyizdir. Şu küllî ve geniş feyiz ve nurdan sonra, kamer, o ziyanın gölgesi hükmünde olan nuru, güneşten küllî bir surette istifade eder, sonra hususî bir tarzda denizlere ve havaya ve parlak toprağa ve bir suret-i cüz’iyede denizin kabarcıklarına ve toprağın şeffaflarına ve havanın zerrelerine ifade ve ifâzasıdır.

Üçüncüsü: Güneşin, emr-i İlâhî ile, cevv-i havayı ve denizlerin yüzlerini birer âyine ederek, safî ve küllî ve gölgesiz bir in’ikâsı var. Sonra o güneş, denizin kabarcıklarına ve suyun katrelerine ve havanın reşhalarına ve karın şişeciklerine, herbirine birer cüz’î aksi, birer küçük timsalini veriyor.

İşte, güneşin, herbir çiçeğe ve kamere mukabil herbir katreye, herbir reşhaya, mezkûr üç cihette, ikişer tarikle teveccüh ve ifâzası var:

Birinci tarik: Bil’asale, doğrudan doğruya, berzahsız, hicapsızdır. Şu yol, nübüvvetin tarikini temsil eder.

İkinci yol: Berzahlar tavassut eder. Âyine ve mazharların kabiliyetleri, şemsin cilvelerine birer renk takıyor. Şu yol ise, velâyet mesleğini temsil eder.

İşte, Zühre, Katre, Reşha, herbirisi, evvelki yolda diyebilirler ki: “Ben umum âlem güneşinin bir âyinesiyim.” Fakat ikinci yolda öyle diyemez. Belki “Ben kendi güneşimin âyinesiyim”; veyahut “Nev’ime tecellî eden güneşin âyinesiyim” der. Çünkü güneşi öyle tanıyor. Bütün âleme bakar bir güneşi göremiyor. Halbuki, o şahsın veyahut nev’inin veya cinsinin güneşi, dar berzah içinde mahdut bir kayıt altında ona görünüyor. Halbuki kayıtsız, berzahsız, mutlak güneşin âsârını o mukayyet güneşe veremiyor. Çünkü bütün yeryüzünü ısıtmak, tenvir etmek, umum nebâtat, hayvânâtın hayatlarını tahrik etmek ve seyyârâtı etrafında döndürmek gibi haşmetnümâ eserleri, o dar kayıt ve mahdut berzah içinde gördüğü güneşe, şuhud-u kalbî ile veremiyor.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Üçüncü Söz / Sonraki Risale: Yirmi Beşinci Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âsâr : eserler
âyine : ayna
berzah : geçit
bil’asale : bizzat
cevv-i hava : hava boşluğu
cihet : yön
cilve : görünme, yansıma
cüz’î : ferdî, küçük
emr-i İlâhî : Allah’ın emri
evvelki : önceki
Fâtır-ı Hakîm : herşeyi hikmetle ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah
feyz : bolluk, bereket
haşmetnümâ : ihtişamlı, görkemli
hayvânât : hayvanlar
hicap : perde
hususî : özel
ifade : faydalandırma
ifâza : feyiz verme, bereketlendirme
in’ikâs : yansıma
istihâle-i in’ikâsiye : yansımanın başkalaşması, farklı bir keyfiyet alması
kamer : ay
Katre : damla
kavl : söz
küllî : geniş, kapsamlı
mahdut : sınırlı
mazhar : görünme ve yansıma yeri
mezkûr : sözü geçen
mukabil : karşı
mukayyet : kayıtlı
mutlak : şart ve kayıt altında olmayan, sınırsız
nebâtât : bitkiler
neş’et etme : doğma, ortaya çıkma
nev’ : tür, çeşit
nur : ışık, aydınlık
nübüvvet : peygamberlik
Reşha : sızıntı
safî : temiz, katıksız
seyyarat : gezegenler
seyyare : gezegen
suret : şekil, biçim
suret-i cüz’iye : küçük suret
şahsiyet : kişilik, yapı
şems : güneş
tahrik : harekete geçirme
tarik : yol
tarz : şekil, biçim
tavassut : vasıta olma, aracılık etme
tecellî : yansıma
temsil : kıyaslama tarzında benzetme, analoji
tenvir : aydınlatma
teveccüh : yönelme
timsal : suret, görüntü
umum : bütün
velâyet : velîlik
zerre : atom
ziya : ışık
Zühre : çiçek
Yükleniyor...