Demek, sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor, senin rağmına mufarakat ediyor. Madem öyledir; bu havf ve muhabbeti öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun, muhabbetin zilletsiz bir saadet olsun.

Evet, Hâlık-ı Zülcelâlinden havf etmek, Onun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf bir kamçıdır, Onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir valide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sinesine celb ediyor. Halbuki, bütün validelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem’asıdır. Demek havfullahta azîm bir lezzet vardır.

Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur. Hem Allah’tan havf eden, başkaların kasavetli, belâlı havfından kurtulur. Hem, Allah hesabına olduğu için, mahlûkata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor.

Evet, insan evvelâ nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlûkları, sonra kâinatı, dünyayı sever. Bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır; onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir. Halbuki, şu hercümerç âlemde ve rüzgâr deveranında hiçbir şey kararında kalmadığından, biçare kalb-i insan her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Daima ıztırap içinde kalır. Yahut gafletle sarhoş olur.

Madem öyledir, ey nefis, aklın varsa bütün o muhabbetleri topla, hakikî sahibine ver, şu belâlardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemâl ve cemâl sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin; o vakit bütün eşyayı Onun namıyla ve Onun âyinesi olduğu cihetle ıztırapsız sevebilirsin. Demek, şu muhabbet doğrudan doğruya kâinata sarf edilmemek gerektir. Yoksa muhabbet, en leziz bir nimet iken, en elîm bir nikmet olur.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Üçüncü Söz / Sonraki Risale: Yirmi Beşinci Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

akarib : akrabalar, yakınlar
alâkadar : alakalı, ilgili
âyine : ayna
azîm : büyük
biçare : çaresiz
deveran : dönüş
elem : acı, keder
elîm : elemli, acılı
eşya : şeyler, varlıklar
evvelâ : öncelikle
firak : ayrılık
gaflet : umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma
hakikî : gerçek
Hâlık-ı Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi yaratıcı Allah
havf : korku
havfullah : Allah korkusu
hercümerç : karışıklık, dağınıklık
ıztırap : aşırı elem, sıkıntı
iltica etmek : sığınmak
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kalb-i insan : insan kalbi
kararında : yerinde
kasavet : sıkıntı, keder
kemâl : kusursuzluk, mükemmellik
lem’a : parıltı
leziz : lezzetli
mahlûk : yaratık
mahlûkat : yaratılmışlar
mahsus : has, özgü
malûm : bilinen
mufarakat : ayrılma
muhabbet : sevgi
muhabbetullah : Allah sevgisi
mühim : önemli
müteellim : elemlenme, acı çekme
mütelezziz : lezzetlenen
nam : ad
nefis : kişinin kendisi, canı
nihayetsiz : sınırsız
nikmet : azap, ceza; nimetin tersi
rağmına : zıddına, inadına
rahmet : merhamet, şefkat
rahmet-i ilâhiye : Allah’ın rahmeti
refakat : arkadaşlık
saadet : mutluluk
sarf etmek : harcamak
sine : göğüs, kalb
tahkir etmek : aşağılamak
tevcih etmek : yöneltmek
tezellül : alçalma
zîhayat : canlı
zilletsiz : alçalmadan
Yükleniyor...