Hem de bak ki, o gaybî zâtın saltanatına, birliğine bütün bu şeyler şehadet ettiği gibi; öyle de, kafile kafile arkasından gelip geçen, o hakikî perde perde arkasından açılıp kapanan bu inkılâplar, bu tahavvülâtlar, o zâtın devamına, bekàsına şehadet eder. Çünkü zevâl bulan eşya ile beraber, esbabları dahi kayboluyor. Halbuki, onların arkasından, onlara isnad ettiğimiz şeyler tekrar oluyor. Demek o eserler onların değilmiş, belki zevâlsiz birinin eserleriymiş. Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor; arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir. Öyle de, bu işlerin sür’atle değişmesi, arkalarından gelenlerin aynı renk alması gösteriyor ki, zevâlsiz, daimî birtek zâtın cilveleridir, nakışlarıdır, âyineleridir, san’atlarıdır.

ON BİRİNCİ BURHAN

Gel, ey arkadaş! Şimdi sana, geçmiş olan on burhan kuvvetinde kat’î bir burhan daha göstereceğim. Gel, bir gemiye bineceğiz;HAŞİYE-1 şu uzakta bir cezire var, oraya gideceğiz. Çünkü bu tılsımlı âlemin anahtarları orada olacak. Hem herkes o cezireye bakıyor, oradan birşeyler bekliyor, oradan emir alıyorlar.

İşte, bak, gidiyoruz. Şimdi şu cezireye çıktık. Bak, pek büyük bir içtima var. Şu memleketin bütün büyükleri buraya toplanmış gibi, mühim ihtifal görünüyor. İyi dikkat et. Bu cemiyet-i azîmenin bir reisi var. Gel, daha yakın gideceğiz. O reisi tanımalıyız.

İşte, bak, ne kadar parlak ve bindenHAŞİYE-2 ziyade nişanları var. Ne kadar kuvvetli söylüyor, ne kadar tatlı bir sohbet ediyor! Şu on beş gün zarfında bunların dediklerini ben bir parça öğrendim; sen de benden öğren. Bak, o zat, şu memleketin mu’ciznümâ sultanından bahsediyor. “O sultan-ı zîşan beni sizlere gönderdiğini” söylüyor. Bak, öyle hârikalar gösteriyor; şüphe bırakmıyor ki, bu zat o padişahın bir memur-u mahsusudur.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE-1 : Gemi tarihe ve cezire ise Asr-ı Saadete işarettir. Şu asrın zulümatlı sahilinde mimsiz medeniyetin giydirdiği libastan soyunup, zamanın denizine girip, tarih ve siyer sefinesine binip, Asr-ı Saadet ceziresine ve Ceziretü’l-Arab meydanına çıkıp, Fahr-i Âlemi (a.s.m.) iş başında ziyaret etmekle biliriz ki, o zat o kadar parlak bir burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümâtını dağıtmıştır.
HAŞİYE-2 : Bin nişan ise, ehl-i tahkik yanında bine bâliğ olan mu’cizât-ı Ahmediyedir(a.s.m.).
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Birinci Söz / Sonraki Risale: Yirmi Üçüncü Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

Asr-ı Saadet : Peygamberimizin (a.s.m.) yaşadığı dönem, mutluluk asrı
bâliğ : erişen, ulaşan
bekà : devamlılık, süreklilik
burhan : güçlü delil
burhan-ı tevhid : Allah’ın birliğini gösteren delil
cemiyet-i azîme : büyük topluluk, toplum
cezire : yarımada
Ceziretü’l-Arab : Arab yarımadası
cilve : görünüm, yansıma
dalâlet : hak yoldan sapkınlık, inançsızlık
ehl-i tahkik : gerçeği ilmî olarak araştıranlar
esbab : sebepler
Fahr-i Âlem : bütün âlemin kendisiyle övündüğü Peygamberimiz (a.s.m)
gaybî : görünmeyen
hakikî : gerçek, doğru
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
içtima : toplanma
ihtifal : merasim
inkılâp : değişim
isnad : dayandırma
kafile : grup
kat’î : kesin
kerem : ikram, bağış, iyilik
küfür : inkâr, inançsızlık
libas : elbise
mimsiz medeniyet : “deniyet”, aşağılık
mu’cizât-ı Ahmediye : Peygamber Efendimizin (a.s.m) gösterdiği mu’cizeler
nukuş : nakışlar
saltanat : egemenlik, sultanlık
sefine : gemi
sehâvetli : cömertçe
siyer : Peygamberimizin (a.s.m) hayatını konu alan ilim
şehadet : şahitlik
tahavvülât : başkalaşmalar
tılsım : sır, gizli gerçek
zarfında : içinde
zemin : yer
zevâl : kaybolma, geçip gitme
ziyade : fazla
zulümat : karanlık
Yükleniyor...