Kapıcı da onlara kumandanlık eder gibi bir aktör tavrını almış. O vakit anladım ki, o koca sarayın içerisi bom boş, hep nazik vazifeler muattal kalmış, ahlâkları sukut etmiş ki, kapıda bu sureti almışlardır.

Sonra geçtim, bir büyük saraya daha rast geldim. Gördüm ki, kapıda uzanmış vefadar bir it ve kaba, sert, sakin bir kapıcı ve sönük bir vaziyet vardı. Merak ettim, niçin o öyle, bu böyle? İçeriye girdim. Baktım ki, içerisi çok şenlik. Daire daire üstünde, ayrı ayrı nazik vazifelerle saray ehli meşguldürler. Birinci dairedeki adamlar, sarayın idaresini, tedbirini görüyorlar. Üstündeki dairede kızlar, çocuklar ders okuyorlar. Daha üstünde hanımlar, gayet lâtif san’atlar, güzel nakışlarla iştigal ediyorlar. En yukarıda efendi, padişahla muhabere edip halkın istirahatini temin için ve kendi kemâlâtı ve terakkiyâtı için, kendine has ve ulvî vazifelerle iştigal ediyor gördüm. Ben onlara görünmediğim için, yasak demediler, gezebildim.

Sonra çıktım, baktım. O şehrin her tarafında bu iki kısım saraylar var. Sordum. Dediler: “O kapısı şenlik ve içi boş saraylar, kâfirlerin ileri gelenlerinindir ve ehl-i dalâletindir. Diğerleri, namuslu Müslüman büyüklerinindir.”

Sonra bir köşede bir saraya rast geldim. Üstünde “Said” ismini gördüm. Merak ettim. Daha dikkat ettim, suretimi üstünde gördüm gibi bana geldi. Kemâl-i taaccübümden bağırarak aklım başıma geldi, ayıldım. İşte, o vakıa-i hayaliyeyi sana tabir edeceğim. Allah hayır etsin.

İşte, o şehir ise, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye ve medine-i medeniyet-i insaniyedir. O saraylar, herbirisi birer insandır. O saray ehli ise, insandaki göz, kulak, kalb, sır, ruh, akıl gibi letâif ve nefis ve hevâ ve kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiye gibi şeylerdir. Herbir insanda herbir lâtifenin ayrı ayrı vazife-i ubûdiyetleri var. Ayrı ayrı lezzetleri, elemleri var. Nefis ve hevâ, kuvve-i şeheviye ve gadabiye, bir kapıcı ve it hükmündedirler. İşte o yüksek letâifi nefis ve hevâya musahhar etmek ve vazife-i asliyelerini unutturmak, elbette sukuttur, terakki değildir. Sair cihetleri sen tabir edebilirsin.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi İkinci Söz / Sonraki Risale: Yirmi Dördüncü Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âciz : zayıf, güçsüz
amel : davranış, iş
ehl-i dalâlet : sapıklık ve inkâr ehli
elem : acı, sıkıntı
fiil : iş, hareket
has : özel
hayat-ı içtimaiye-i beşeriye : insanların toplumsal hayatı
hevâ : kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme
istirahat : rahatlık, huzur
iştigal etmek : meşgul olmak
itibar : özellik
kâfir : Allah’ı veya Onun kesin olarak emrettiği şeylerden birini inkâr eden kimse
kemâlât : mükemmellikler, kusursuzluklar
kemâl-i taaccüp : tam bir şaşkınlık
kuvve-i gadabiye : öfke gücü
kuvve-i şeheviye : şehvet gücü
lâtif : ince, hoş
letâif : insanın mânevî yapısındaki ince duygular
medine-i medeniyet-i insaniye : insanlığın uygarlık şehri
muattal kalma : kullanılmaz olma
muhabere : haberleşme
musahhar etmek : boyun eğdirmek, hizmetine vermek
nazik : ince, zarif
nefis : can, bir kimsenin kendisi
sa’y-i maddî : maddi çalışma
sair : diğer
sukut : düşme, alçalma
suret : şekil, görüntü
tabir : yorumlama
tanzim : düzenleme
tedbir : idare etme, çekip çevirme
terakki : ilerleme
terakkiyât : ilerlemeler
ulvî : yüce
vakıa-i hayaliye : hayalî olay
vazife-i asliye : esas vazife
vazife-i ubûdiyet : kulluk görevi
vefadar : vefalı
Yükleniyor...