İşte, aynen onun gibi, insanın mahiyetine, kudretten ehemmiyetli cihazat ve kaderden kıymetli programlar tevdi edilmiş. Eğer insan, şu dar âlem-i arzîde, hayat-ı dünyeviye toprağı altında o cihâzât-ı mâneviyesini nefsin hevesâtına sarf etse; bozulan çekirdek gibi, bir cüz’î telezzüz için, kısa bir ömürde, dar bir yerde ve sıkıntılı bir halde çürüyüp tefessüh ederek, mes’uliyet-i mâneviyeyi bedbaht ruhuna yüklenecek, şu dünyadan göçüp gidecektir.

Eğer o istidat çekirdeğini İslâmiyet suyuyla, imanın ziyasıyla, ubûdiyet toprağı altında terbiye ederek, evâmir-i Kur’âniyeyi imtisal edip cihâzât-ı mâneviyesini hakikî gayelerine tevcih etse; elbette âlem-i misal ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennette hadsiz kemâlât ve nimetlere medar olacak bir şecere-i bâkiyenin ve bir hakikat-i daimenin cihâzâtına cami’, kıymettar bir çekirdek ve revnakdâr bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübarek ve münevver bir meyvesi olacaktır.

Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur.

Şu hakikati, bir vakıa-i hayaliyede şöyle bir temsilde gördüm ki: Ben büyük bir şehre giriyorum. Baktım ki, o şehirde büyük saraylar var. Bazı sarayların kapısına bakıyorum; gayet şenlik, parlak bir tiyatro gibi nazar-ı dikkati celb eder, herkesi eğlendirir bir cazibedarlık vardı. Dikkat ettim ki, o sarayın efendisi kapıya gelmiş, itle oynuyor ve oynamasına yardım ediyor. Hanımlar yabanî gençlerle tatlı sohbetler ediyorlar. Yetişmiş kızlar dahi çocukların oynamasını tanzim ediyorlar.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi İkinci Söz / Sonraki Risale: Yirmi Dördüncü Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

bedbaht : talihsiz
berzah : kabir âlemi
cami’ : kapsayan, içine alan
cazibedarlık : çekicilik
celb etmek : çekmek
cihazat : cihazlar, donanım
cihâzât-ı mâneviye : mânevî duygular
cüz’î : küçük, az
ehemmiyetli : önemli
ehl-i dalâlet : sapıklık ve inkâr ehli
evâmir-i Kur’âniye : Kur’ân’ın emirleri
hadsiz : sınırsız
hakikat : gerçek, doğru
hakikat-i daime : devamlı hakikat
hakikî : gerçek, doğru
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
hayat-ı ebediye : sonsuz âhiret hayatı
hevesât : hevesler, gelip geçici arzular
imtisal : yerine getirme
istidat : yetenek, kabiliyet
kader : Allah’ın meydana gelecek herşeyi olmadan önce takdir etmesi, planlaması
kemâlât : mükemmellikler
kıymettar : değerli
kudret : güç, iktidar
letâif : insanın mânevi yapısındaki ince duygular
mahiyet : öz nitelik, asıl yapı
medar : eksen, vesile
mes’uliyet-i maneviye : mânevî sorumluluk
musahhar etmek : boyun eğdirmek, hizmetine vermek
münevver : nurlu, aydınlık
nazar-ı dikkat : dikkatle bakış
nefis : can, kişinin kendisi
nefs-i emmâre : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden güç
revnaktar : süslü, hoş, güzel
sair : diğer
sukut : düşüş, alçalma
süflî : aşağı
şecere-i bâkiye : ölümsüz ağaç
şecere-i kâinat : kainat ağacı, evren
tefessüh : bozulma, kokuşma
telezzüz : lezzetlenme, tad alma
temsil : kıyaslama tarzında benzetme, analoji
terakkî : ilerleme
tevcih : yöneltme
vakıa-i hayaliye : hayalî olay
vazife-i ubûdiyet : kulluk görevi
yabanî : yabancı
ziya : ışık
Yükleniyor...