İşte, insan, şu kâinata geldikten sonra iki cihetle ubûdiyeti var. Bir ciheti, gaibâne bir surette bir ubûdiyeti, bir tefekkürü var. Diğeri, hâzırâne, muhâtaba suretinde bir ubûdiyeti, bir münâcâtı vardır.

Birinci vecih şudur ki: Kâinatta görünen saltanat-ı Rububiyeti, itaatkârâne tasdik edip kemâlâtına ve mehâsinine hayretkârâne nezaretidir.

Sonra, esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin nukuşlarından ibaret olan bedî san’atları, birbirinin nazar-ı ibretlerine gösterip dellâllık ve ilâncılıktır.

Sonra, herbiri birer gizli hazine-i mâneviye hükmünde olan esmâ-i Rabbâniyenin cevherlerini idrak terazisiyle tartmak, kalbin kıymetşinaslığıyla takdirkârâne kıymet vermektir.

Sonra, kalem-i kudretin mektubatı hükmünde olan mevcudat sahifelerini, arz ve semâ yapraklarını mütalâa edip hayretkârâne tefekkürdür.

Sonra, şu mevcudattaki ziynetleri ve lâtif san’atları istihsankârâne temâşâ etmekle, onların Fâtır-ı Zülcemâlinin marifetine muhabbet etmek ve onların Sâni-i Zülkemâlinin huzuruna çıkmaya ve iltifatına mazhar olmaya bir iştiyaktır.

İkinci vecih huzur ve hitap makamıdır ki, eserden müessire geçer. Görür ki, bir Sâni-i Zülcelâl, kendi san’atının mu’cizeleriyle kendini tanıttırmak ve bildirmek ister. O da iman ile, marifet ile mukabele eder.

Sonra görür ki, bir Rabb-i Rahîm, rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmek ister. O da Ona hasr-ı muhabbetle, tahsis-i taabbüdle kendini Ona sevdirir.

Sonra görüyor ki, bir Mün’im-i Kerîm, maddî ve mânevî nimetlerin lezizleriyle onu perverde ediyor. O da, ona mukabil fiiliyle, hâliyle, kàliyle, hattâ elinden gelse bütün hasseleriyle, cihâzâtıyla şükür ve hamd ü senâ eder.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi İkinci Söz / Sonraki Risale: Yirmi Dördüncü Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

arz : yeryüzü, dünya
bedî : güzel
cevher : değerli şey, öz
cihet : yön
dellâllık : ilâncılık, rehberlik
gaibâne : yüzyüze olmadan, gizlice
hasr-ı muhabbet : sevgiyi yöneltme, sadece onu sevme
hayretkârâne : hayret ederek
hâzırâne : hazırcasına
hazine-i mâneviye : manevi hazine
idrak : anlayış, kavrayış
iltifat : iyilik ve güzellikle muamele etme
istihsankârâne : beğenerek
iştiyak : fazla arzu ve istek
itaatkârane : itaat ederek
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kemâlât : mükemmellikler
kıymetşinaslık : kadir kıymet bilmek
lâtif : güzel, hoş
leziz : lezzetli
marifet : tanıma, bilme
mazhar : erişme, nail olma
mehâsin : güzellikler
mektubat : şuur sahiplerine hitap eden birer mektup gibi anlamlı şekilde yaratılmış varlıklar
mevcudat : varlıklar
muhâtab : hitap edilen, kendisine karşı konuşulan
mukabele : karşılık verme
müessir : tesir eden
Mün’im-i Kerîm : kerem sahibi ve nimet verici Allah
münâcât : Allah’a yalvarma, yakarma
mütalâa : okuma, inceleme
nazar-ı ibret : ibretli bakış
nezaret : bakış, seyir
nukuş : nakışlar, işlemeler
rahmet : şefkat, merhamet
semâ : gökyüzü
suret : şekil
tahsis-i taabbüd : ibadeti ve kulluğu sadece Allah için yapma
takdirkârâne : takdir edercesine
tasdik : doğruluğunu kabul etme, onaylama
tefekkür : Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünme
temâşâ : hoşlanarak bakma
ubûdiyet : Allah’a kulluk
vecih : yön
ziynet : süs
Yükleniyor...