Sonra görüyor ki, bir Celîl-i Cemîl, şu mevcudatın âyinelerinde kibriyâ ve kemâlini ve celâl ve cemâlini izhar edip nazar-ı dikkati celb ediyor. O da, ona mukabil, “Allahu ekber, Sübhânallah” deyip, mahviyet içinde, hayret ve muhabbetle secde eder.

Sonra görüyor ki, bir Ganiyy-i Mutlak, bir sehâvet-i mutlak içinde nihayetsiz servetini, hazinelerini gösteriyor. O da, ona mukabil, tâzim ve senâ içinde, kemâl-i iftikarla sual eder ve ister.

Sonra görüyor ki, o Fâtır-ı Zülcelâl, yeryüzünü bir sergi hükmünde yapmış, bütün antika san’atlarını orada teşhir ediyor. O da, ona mukabil, “Mâşaallah” diyerek takdir ile, “Bârekâllah” diyerek tahsin ile, “Sübhânallah” diyerek hayret ile, “Allahu ekber” diyerek istihsan ile mukabele eder.

Sonra görüyor ki, bir Vâhid-i Ehad, şu kâinat sarayında taklit edilmez sikkeleriyle, Ona mahsus hâtemleriyle, Ona münhasır turralarıyla, Ona has fermanlarıyla, bütün mevcudata damga-i vahdet koyuyor ve tevhidin âyâtını nakşediyor. Ve âfâk-ı âlemin aktârında vahdâniyetin bayrağını dikiyor ve rububiyetini ilân ediyor. O da, ona mukabil, tasdik ile, iman ile, tevhid ile, iz’ân ile, şehadet ile, ubûdiyet ile mukabele eder.

İşte, bu çeşit ibadat ve tefekküratla hakikî insan olur, ahsen-i takvimde olduğunu gösterir, imanın yümniyle emanete lâyık, emin bir halife-i arz olur.

Ey ahsen-i takvimde yaratılan ve sû-i ihtiyarıyla esfel-i sâfilîn tarafına giden insan-ı gafil! Beni dinle. Ben de senin gibi gençlik sarhoşluğuyla, gaflet içinde dünyayı hoş ve güzel gördüğüm halde, gençlik sarhoşluğundan ihtiyarlık sabahında ayıldığım dakikada, o güzel zannettiğim, âhirete müteveccih olmayan dünyanın yüzünü nasıl çirkin gördüğümü ve âhirete bakan hakikî yüzü ne kadar güzel olduğunu, On Yedinci Sözün İkinci Makamındaki iki levha-i hakikate bak, sen de gör.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi İkinci Söz / Sonraki Risale: Yirmi Dördüncü Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âfâk-ı âlem : âlemin ufukları
ahsen-i takvim : insanın en güzel bir şekilde ve tam kıvamında yaratılmış olması
aktâr : her taraf
Allahu ekber : “Allah en büyüktür”
âyât : deliller
âyine : ayna
Bârekâllah : “Allah ne mübarek yaratmış”
celâl : heybet, yücelik, haşmet
celb : çekme
Celîl-i Cemîl : sonsuz güzellik, haşmet ve yücelik sahibi olan Allah
cemâl : güzellik
cihâzât : cihazlar, organlar
damga-i vahdet : birlik damgası
emin : güvenilir
ferman : buyruk
fiil : iş, hareket
Ganiyy-i Mutlak : sınırsız zenginliğe sahip olan Allah
hakikî : gerçek, doğru
hâl : tavır, davranış
halife-i arz : yeryüzünün halifesi, yöneticisi
hamd ü senâ : şükür ve övgü
hasse : duyu
hâtem : mühür, damga
ibadat : ibadetler
istihsan : beğenme, güzel bulma
iz’ân : kesin şekilde inanma
kemâl : kusursuzluk, mükemmellik
kemâl-i iftikar : Allah’a karşı fakirliğini tam hissetme
kibriyâ : büyüklük
mahviyet : tevazu, alçak gönüllülük
Mâşaallah : “Allah ne güzel dilemiş ve yapmış”
münhasır : ait olan
nakş etmek : işlemek
nazar-ı dikkat : dikkatle bakış
perverde : beslenmiş, eğitilmiş
sehâvet-i mutlak : sınırsız cömertlik
senâ : övme, yüceltme
Sübhânallah : “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir”
tahsin : beğenme, birşeyin güzelliğini ilân etme
tasdik : doğruluğunu kabul etme, onaylama
tâzim : Allah’ın sonsuz büyüklüğünü dile getirme
tefekkürat : tefekkürler, düşünmeler
Vâhid-i Ehad : bir olan ve birliği herbir şeyde görülen Allah
yümn : uğur, bereket
Yükleniyor...