Evet, Kur’ân-ı Hakîmin envârıyla hasıl olan o inkılâb-ı azîm-i içtimaîde ezdad birbirinden çıkıp ayrılırken, şerler bütün tevâbiiyle, zulümâtıyla ve teferruâtıyla; ve hayır ve kemâlât bütün envârıyla ve netâiciyle karşı karşıya gelip, bir vaziyette, müheyyiç bir zamanda, her zikir ve tesbih, bütün mânâsının tabakatını turfanda ve taravetli ve taze ve genç bir surette ifade ettiği gibi, o inkılâb-ı azîmin tarrakası altında olan insanların bütün hissiyâtını, letâif-i mâneviyesini uyandırmış.

Hattâ, vehim ve hayal ve sır gibi duygular hüşyar ve müteyakkız bir surette, o zikir, o tesbihlerdeki müteaddit mânâları kendi zevklerine göre alır, emer. İşte, şu hikmete binaen, bütün hissiyatları uyanık ve letâifleri hüşyar olan Sahâbeler, envâr-ı imaniye ve tesbihiyeyi câmi’ olan kelimât-ı mübarekeyi dedikleri vakit, kelimenin bütün mânâsıyla söyler ve bütün letâifiyle hisse alırlardı.

Halbuki, o infilâk ve inkılâptan sonra, git gide letâif uykuya ve havâs o hakaik noktasında gaflete düşüp, o kelimât-ı mübareke, meyveler gibi, git gide ülfet perdesiyle letafetini ve taravetini kaybeder. Adeta, sathîlik havasıyla kuruyor gibi, az bir yaşlık kalıyor ki, kuvvetli, tefekkürî bir ameliyatla ancak evvelki hali iade edilebilir. İşte, bundandır ki, kırk dakikada bir Sahâbenin kazandığı fazilete ve makama kırk günde, hattâ kırk senede başkası ancak yetişebilir.

ÜÇÜNCÜ SEBEP

On İkinci ve Yirmi Dördüncü ve Yirmi Beşinci Sözlerde ispat edildiği gibi, nübüvvetin velâyete nisbeti, güneşin ayn-ı zâtı ile, âyinelerde görülen güneşin misali gibidir. İşte, daire-i nübüvvet, daire-i velâyetten ne kadar yüksek ise, daire-i nübüvvetin hademeleri ve o güneşin yıldızları olan Sahâbeler dahi, daire-i velâyetteki sulehaya o derece tefevvuku olmak lâzım geliyor. Hattâ, velâyet-i kübrâ olan veraset-i nübüvvet ve sıddıkıyet ki Sahâbelerin velâyetidir bir velî kazansa, yine saff-ı evvel olan Sahâbelerin makamına yetişmez. Şu Üçüncü Sebebin müteaddit vücuhundan Üç Vechini beyan ederiz.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

daire-i nübüvvet : peygamberlik dairesi
daire-i velâyet : velilik dairesi
envâr : nurlar
envâr-ı imaniye ve tesbihiye : tesbihat ve imandan kaynaklanan nurlar
ezdad : zıtlar
fazilet : manevi değer ve üstünlük
gaflet : umursamazlık, Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma
hademe : hizmetçi
hakaik : hakikatler, gerçekler
hasıl olan : ortaya çıkan
havâs : hisler, duygular
hissiyât : hisler, duygular
hüşyar : uyanık
infilâk : patlama
inkılâb : değişim, dönüşüm
inkılâb-ı azîm : büyük değişim
inkılâb-ı azîm-i içtimaî : toplum hayatında meydana gelen büyük değişim
kelimât-ı mübareke : mübarek kelimeler
kemâlât : mükemmellikler, kusursuzluklar, üstün özellikler
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
letafet : güzellik, hoşluk
letâif : lâtifeler, insandaki ince duygular
letaif-i mâneviye : mânevî lâtifeler, insandaki mânevî duygular
misal : görüntü, örnek
müheyyiç : heyecan verici
müteaddit : çeşitli, birçok
müteyakkız : uyanık, tetikte
netâic : sonuçlar
nisbet : oran, kıyas
nübüvvet : peygamberlik
Sahâbe : Peygamberimizi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan giden Müslümanlar
sathî : yüzeysel
suleha : dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden sâlih kimseler
suret : şekil, biçim
şer : kötülük, fenalık
tabakat : tabakalar, dereceler
taravet : tazelik
tarraka : gümbürtü
tefekkürî : etraflıca ve derinlemesine düşünmeye ait
teferruât : ayrıntılar
tefevvuk : üstünlük
tesbih : Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma
tevâbi : bağlı olanlar, uyanlar
Yükleniyor...