YEDİNCİ ÂYET: 1 وَيُحِقُّ اللّٰهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ şu âyet-i meşhurenin küllî mânâsının bu zamanda zâhir bir mâsadakı Risaletü’n-Nur olduğu gibi, lâfzullahdaki şeddeli ل, bir ل; ve بِكَلِمَاتِهِ’deki melfuz ى sayılmak şartıyla dokuz yüz doksan sekiz (998) adediyle Risaletü’n-Nur’un dokuz yüz doksan sekiz (998) adedine tamtamına tevafukla münasebet-i mâneviyeye binaen remzen ona bakar. Ve bu remzi lâtifleştiren ve kuvvet veren münasebetlerin birisi şudur ki, Risaletü’n-Nur’un eczaları “Sözler” namıyla iştihar etmişler. Sözler ise Arapça “Kelimat”tır ve o kelimat ile Kur’ân’ın hakaikini o derece mahz-ı hak ve ayn-ı hakikat olduğunu ispat etmiş ki, bu zamanın dinsiz feylesoflarını tam susturuyor.

SEKİZİNCİ ÂYET: 2 قُلْ اِنَّنِى هَدٰينِى رَبِّى اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ'dir. Şu âyet-i meşhure küllî mânâsının bu asırda muvafık ve münasip bir ferdi Risaletü’n-Nur olduğu gibi, cifirle 3 صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ kelimesi, صِرَاطٍ 'deki tenvin, ن sayılmak cihetiyle Risaletü’n-Nur adedi olan 998’e yine iki sırlı HAŞİYE fark ile baktığı gibi, 4 هَدٰينِى رَبِّى اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ cümlesinin makam-ı ebcedîsi ile bin üç yüz on altı (1316) ederek Risale-i Nur Müellifinin tedrisiyle istihzarat-ı Nuriyede bulunduğu en hararetli tarihi olan bin üç yüz on altı (1316) adedine tam tamına tevafuk eder.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE : Yani, mertebesine işaret için iki fark var. Risale-i Nur vahiy değil, ilham ve istihraçtır.
1 : “Allah, delil ve mu’cizeleriyle hakkı ortaya çıkarır.” Yûnus Sûresi, 10:82.
2 : “De ki: Elbette Rabbim beni dos doğru bir yola eriştirdi.” En’âm Sûresi, 6:161.
3 : “…dos doğru bir yol…” En’âm Sûresi, 6:161.
4 : “…Elbette Rabbim beni dos doğru bir yola eriştirdi.” En’âm Sûresi, 6:161.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Beşinci Şuâ / Sonraki Risale: Sekizinci Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âyet-i meşhure : meşhur âyet
ayn-ı hakikat : doğru gerçeğin tâ kendisi
ayn-ı şuur : saf bilinç, şuurun ta kendisi
binaen : dayanarak
cihet : yön, taraf
ecza : cüzler, parçalar
feylesof : filozof; felsefe ile uğraşan, felsefeci
hakaik : hakikatler, esaslar
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
ilham : Allah tarafından kalbe gelen mânâ
istihraç : bir mânâyı meydana çıkarmak
iştihar etmek : meşhur olmak, şöhret bulmak
ittifak : birleşme, birlik
kelimat : kelimeler
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan : açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
küllî : bütün fertleri içine alan, kapsamlı, büyük, geniş
lâfzullah : “Allah” lafzı, kelimesi
lâtifleştirmek : şirinleştirmek, güzelleştirmek
mahz-ı hak : hakkın, doğrunun ve gerçeğin tâ kendisi
makam-ı ebcedî :
mâsadak : bir söz veya hükmü doğrulayan husus, doğrulayıcı
melfuz : telâffuz edilen, söylenen
muvafık : lâyık, uygun
münasebet : bağlantı, ilişki
münasebet-i mâneviye : mânevî ilişki, bağlantı
nam : ad
remzen : işaret şeklinde
şedde : Arapça’da bir harfin üzerine konulan ve o harfi iki defa okutan işaret
tenvin : Arapça gramerinde bir kelimenin sonunu nun gibi okutmak üzere konulan işaret; kelimenin sonuna iki üstün (en), iki esre (in), iki ötre (ün) gelmesi hali
tevafuk : denk gelme, uygun düşme
umum : bütün
vahiy : Allah tarafından peygambere bildirilen emir ve yasaklar
vücuh : vecihler, yönler
zâhir : açık, gözle görünür
Yükleniyor...