İKİNCİ KELİME
1 وَحْدَهُ dur. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur: Bu kâinatta, her cihette bir birlik, bir vahdet görünüyor. Meselâ, kâinat bir muntazam şehir, bir muhteşem saray, bir mücessem mânidar kitap, bir cismânî ve her âyeti, hattâ herbir harfi ve herbir noktası mu’cizekâr bir Kur’ân hükmünde bulunmasıyla bir vahdet ve birlik gösterdiği gibi, o sarayın lâmbası bir ve takvimci kandili bir ve ateşli aşçısı bir ve sakacı süngeri, sucusu bir, bir bir bir, tâ bin birler kadar birlikleri ve vahdetleri göstermekle, o sarayın ve şehrin, o kitabın, o cismânî Kur’ân-ı Kebîrin sahibi, hâkimi, kâtibi, musannifi bilbedahe mevcut ve vâhid ve birdir diye kat’î ispat eder.
ÜÇÜNCÜ KELİME
2 لاَشَرِيكَ لَهُ dur. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur ki: Âyetü’l-Kübrâ Şuâının madeni, üstadı, esası ve “Âyetü’l-Kübrâ” namında olan 3 قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ إِذًا لاَبْتَغَوْا اِلٰى ذِالْعَرْشِ سَبِيلاً (ilâ âhir) âyet-i ekberidir. Yani, “Eğer şeriki olsa ve başka parmaklar icada ve rububiyete karışsaydılar, intizam-ı kâinat bozulacaktı.” Halbuki, küçücük sineğin kanadından ve gözbebeğindeki hüceyrecikten tut, tâ tayyare-i cevviye olan hadsiz kuşlara, tâ manzume-i şemsiyeye kadar herşeyde cüz’î küllî, küçük ve büyük, en mükemmel bir intizam bulunması, şeksiz ve kat’î bir surette şeriklerin muhaliyetine ve mâdumiyetine delâlet ettiği gibi, Vâcibü’l-Vücudun mevcudiyetine ve vahdetine bilbedahe şehadet eder.
1 وَحْدَهُ dur. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur: Bu kâinatta, her cihette bir birlik, bir vahdet görünüyor. Meselâ, kâinat bir muntazam şehir, bir muhteşem saray, bir mücessem mânidar kitap, bir cismânî ve her âyeti, hattâ herbir harfi ve herbir noktası mu’cizekâr bir Kur’ân hükmünde bulunmasıyla bir vahdet ve birlik gösterdiği gibi, o sarayın lâmbası bir ve takvimci kandili bir ve ateşli aşçısı bir ve sakacı süngeri, sucusu bir, bir bir bir, tâ bin birler kadar birlikleri ve vahdetleri göstermekle, o sarayın ve şehrin, o kitabın, o cismânî Kur’ân-ı Kebîrin sahibi, hâkimi, kâtibi, musannifi bilbedahe mevcut ve vâhid ve birdir diye kat’î ispat eder.
ÜÇÜNCÜ KELİME
2 لاَشَرِيكَ لَهُ dur. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur ki: Âyetü’l-Kübrâ Şuâının madeni, üstadı, esası ve “Âyetü’l-Kübrâ” namında olan 3 قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ إِذًا لاَبْتَغَوْا اِلٰى ذِالْعَرْشِ سَبِيلاً (ilâ âhir) âyet-i ekberidir. Yani, “Eğer şeriki olsa ve başka parmaklar icada ve rububiyete karışsaydılar, intizam-ı kâinat bozulacaktı.” Halbuki, küçücük sineğin kanadından ve gözbebeğindeki hüceyrecikten tut, tâ tayyare-i cevviye olan hadsiz kuşlara, tâ manzume-i şemsiyeye kadar herşeyde cüz’î küllî, küçük ve büyük, en mükemmel bir intizam bulunması, şeksiz ve kat’î bir surette şeriklerin muhaliyetine ve mâdumiyetine delâlet ettiği gibi, Vâcibü’l-Vücudun mevcudiyetine ve vahdetine bilbedahe şehadet eder.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:
1 : “O birdir.”
2 : “Onun hiçbir şeriki yoktur.”
3 : “De ki: Eğer onların dedikleri gibi, Allah ile beraber başka ilâhlar da bulunsaydı, Arşın sahibi olan Allah’a üstün gelmek için elbette bir yol ararlardı.” İsrâ Sûresi, 17:42.
2 : “Onun hiçbir şeriki yoktur.”
3 : “De ki: Eğer onların dedikleri gibi, Allah ile beraber başka ilâhlar da bulunsaydı, Arşın sahibi olan Allah’a üstün gelmek için elbette bir yol ararlardı.” İsrâ Sûresi, 17:42.
Önceki Risale: Beşinci Şuâ / Sonraki Risale: Birinci Şuâ
Bölümler
- El-Hüccetü'z-Zehra'nın Birinci Makamı
- Birinci Makam, Birinci Kelime
- Birinci Makam, İkinci Kelime
- Birinci Makam, Üçüncü Kelime
- Birinci Makam, Dördüncü Kelime
- Birinci Makam, Beşinci Kelime
- Birinci Makam, Altıncı Kelime
- Birinci Makam, Yedinci Kelime
- Birinci Makam, Sekizinci Kelime
- Birinci Makam, Dokuzuncu Kelime
- Birinci Makam, Onuncu Kelime
- Birinci Makam, On Birinci Kelime
- Fâtiha-i Şerifenin bir muhtasar hülâsası
- Mukaddime
- El-Hüccetü'z-Zehra'nın İkinci Makamı
- Kudrete dair Arabî fıkrası




